Pages

23 Mart 2010 Salı

Yaz uykusundayım, uyanınca çağrı atıcam...

http://kkaynar.files.wordpress.com adresinden alınmıştır

Yayına geçtiği günden beri "özgün paylaşım" şiarı ile hareket eden blog umuz, içinde bulunduğu dar boğaz ve muzdarip olduğu "Bir günün 24 saat olması" problemi dolayısı ile yayınına kısa bir süre ara vermek zorunda bırakılmıştır...


Veremeyecek olduğumuz geçici hazdan dolayı anlayış bekler, bir başka baharda görüşmek ümidiyle sarsıla sarsıla el sallarız...


P S: Blog açıldığında haberdar olmak için pekiblog [at] gmail.com adresine BANADA konulu boş bir mail atın.

9 Mart 2010 Salı

5 dakka uykusu.

Kaçta yatmış olursan ol. Sabah bi saate kurarsın saati. Gözünde çakan kıvılcımlarla belli olan katı kararlılığın, nefis bu kez aldatamayacaksın beni kalkacağım ulan deyişin o gün kurduğun saatte kalkamamanın verdigi sinir stres, kaos prensibini açıklamak için kullanılan andorra'da kanat çırpan kelebeğin meksika'da kasırgaya sebep olma ihtimali gibi senin de geç kalkmanın gün içinde o kadar fazla olayı nasıl olup da etkileyebildiğini anlayamaman,
içinden yükselen ulan belki bu sefer olur umudunun hayır bu sefer olacak yoksa var ya... arzusuna yerini vermesi ondan sonra sıranın yeter artık bıktım nefsime söz geçirememekten hassaslığının gözleri yaşartıp dudakları titreyecek kadar içini delici etkisine gelmesi, ve bütün bunları tam da saati kurarken aynı dakika içinde aklından geçmesi. Hadi kurdun saati yat artık sabah göreceksin. Uzat ayaklarını uzat ooohhh derken birden veli kulların her an Allah'ın huzurunda olduklarını yakinen bildikleri için uyudukları zaman bile ayaklarını topladıkları düşüncesi gelir akla. Duraklarsın ve ben evliya değilim ki olum diye rahatlatırsın kendini, tabii suni bi rahatlama mı yoksa olum bizim halimiz nolacak ya diye bir pişmanlık ümitsizlik karışımı bir duygu mu, tartışın bence. Unutmadıysan okursun bildiğin duaları ve hiç anlamadan bırakmış olursun uykunun cezbedici kollarına kendini. Uyuyamayanlara tesbih çekiniz o halde derim. Şeytan öyle uğraşıyor ki zikirden alıkoymak için hiç şaşmaz bu yöntem hemencecik buyur edersin uykuyu geliverir.
\
Çalmasını bilinçaltında bekliyorsan eğer, beyin saatin sesini duymaya hazırdır. Duyar duymaz da uyanır, lâkin gözlerin zaman sabiti fazla olabilir. Hem belki de çapaklar kaynaştırmıştır kirpikler üzerinden göz kapaklarını, damper etkisi hani. Çalar da çalar, sus lan dersin içinden ne olur sus. İşte uykunun en tatlı vakitleri ama en tatlısı. Yani kolaylıkla tekrar dalıp tüm gününü mahvedebilirsin. Ama saat susmaz yani, uyuyacam işte bana ne deyip inat edersen yan odadan ebeveyn gelir, başımız şişti kalksana diyerek. Bu yüzden benim yaptığım gibi hiç üşenmeden kalkarsınız saati susturup tekrar yatarsınız, işte o tekrar yatma var ya, içindeki 5 dakka sonra kalkarım diyen dünyanın en yalancı sesinin de eşliğinde yorganın altına süzülürsün mmm diye diye kedi gibi tıpkım.
Ama tabii hiç kalkamazsın 5 dakka sonra falan, evet niye, e gözüm saati kapattın. E böylece bu günü de mağlup kapattın daha başlamadan.

6 Mart 2010 Cumartesi

Zikir; Rahmani Temizlik Formülü

Bismillahirrahmanirrahim.

Büyüklerimiz (Allah(c.c.) onlardan razı olsun) hemen hemen her platformda bizlere Rabbimizin yasaklamış olduğu eylemlerden; günahlardan bahsedip, onlara karşı bizleri uyarıyorlar. Bizlerin, en küçüğünden bile aslandan kaçar gibi kaçmamızı emrediyorlar. Lakin insan olduğumuzu ve büyük/küçük bazı hatalara düştüğümüz zamanlarında olabileceğini ve bu durumlarda yapmamız gerekenleri de genişçe izah ediyorlar. Boyutları ne olursa olsun uyanık olmamız gerekirken gaflete düşüp günahları işlesek dahi, Rahman’ın mağfiretinin çok geniş olduğunu yeter ki Mevla’mızdan samimi davranışlar göstererek, ihlâs ile bağışlanma talep etmemiz gerektiğini birçok Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerif ile bizlere anlatıyorlar.

Şeytanın en kurnaz taktiklerinden biri olan; günah işlemeye sebep olduktan sonra birde üstüne “Sen bu günahtan sonra mı namaz kılacaksın?”, “Bu kadar günahı işle, bide kendini Müslüman say!” gibi birçok hassasiyet kılıklı, ince düşünme manzaralı kandırmacalar la, insanları içine düştüğü günaha iyice batırma taktiği dikkat edilmesi gerekilen bir tuzaktır. Allah-u Teâlâ rahmetiyle ve affıyla kullarını beklerken, şeytan sürekli Allah-u Teâlâ’nın cehennemini, azabını tehdit olarak göstererek aslında kurtulabileceğimiz günahlardan daha fazla etkilenmemize sebep olur.

Günahlardan büyük risk, günahlardan etkilenmemektir. Allah’a karşı edep dışı hareketleri basit görmediğimiz, hatalarda inatlaşmadığımız, olmamış sayıp kenara atmadığımız takdirde Rabbimizin rahmetiyle yarışacak değiliz. Herkesin bildiği bir Hadis-i Şerif’te yüz kişiyi öldüren birini samimi bir tövbe ettiği için affettiğini çokça duymuşuzdur. Ve diğer bir hadiste bir kediceğizi aç bırakan kadının cehennemlik bir iş yaptığı bildirilmiştir.

Kul hakkı dışında kalan tüm hatalarımızı, Gafur ve Rahim olan Allah (c.c.) ihlâs ile tövbe kapısına gittiğimizde affettiğini bildirmiştir. Ayrıca mümin kulları için Rabbimiz çeşitli davranışlarına bakarak onların haberi olmadan günahlarını döktüğünü de bizlere müjdelemektedir. Örneğin mümin bir çift evlenip bir aile kurduğunda, el ele tutuşmaları, göz göze bakmaları ile günahlarının döküleceğini güzel peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli rivayetlerle bizlere öğretmiştir. Bir diğer örnekte de, iki namaz arasındaki günahlarımızın temizlenmesinden haberdarız. Yani kul, belli gayretler içinde olduğu zaman Allah (c.c.) Hazretleri birçok temizleyiciler ile onları günah kirlerinden arındırmaktadır. Bugün sizlerle paylaşmak istediğim bir Hadis-i Şerif günah kirine karşı Rahmani bir formül içeriyor. Ebu Hureyre den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste, Peygamber Efendimiz sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor;

“Allah-u Teâlâ’nın, yollarda dolaşarak zikreden insanları araştıran melekleri vardır. Bir yerde Allah'ı zikreden bir topluluk buldukları zaman, birbirlerine; geliniz, işte sizin aradıklarınız burada diye çağırırlar. Melekler, onları dünya göğüne kadar kanatlarıyla sararlar. Rableri, onların durumunu meleklerden daha iyi bilmekle beraber, meleklere sorar: Kullarım ne diyorlar? Melekler: Seni teşbih ediyorlar, Seni tekbir ediyorlar, Sana hamdediyorlar, Seni temcid ediyorlar, diye cevap verirler. Hakk Teâlâ buyurur: Beni gördüler mi? Melekler: Hayır, vallahi Seni görmediler, derler. Allah-u Teâlâ: Beni görselerdi ne olurdu? Diye buyurur. Melekler: Eğer Seni görselerdi, Sana daha çok ibadet ederlerdi. Seni daha çok temcid ederlerdi, Sana daha çok hamdederlerdi, Seni daha çok teşbih ederlerdi, diye cevap verirler. Allah-u Teâlâ: Benden ne istiyorlar? Diye buyurur. Melekler: Senden cenneti istiyorlar, derler. Allah-u Teâlâ: Orayı gördüler mi? diye buyurur. Melekler: Hayır vallahi, ey Rabbimiz onlar orayı görmediler, derler. Hakk Teâlâ: Peki, onlar orayı görselerdi ne olurdu? Diye buyurur. Melekler: Orayı görselerdi, oraya kavuşma hırsları ve arzuları artardı, oraya olan rağbetleri ziyadeleşirdi, diye cevap verirler. Allah-u Teâlâ: Onlar neden sakınıyorlar? Diye buyurur. Melekler: Cehennemden, derler. Allah-u Teâlâ: Peki orayı gördüler mi? diye buyurur. Melekler: Hayır vallahi, ey Rabbimiz, onlar orayı görmediler, derler. Allah-u Teâlâ: Peki görselerdi nasıl olurdu?'diye buyurur. Melekler: Görselerdi ondan daha şiddetle sakınırlar oradan daha çok, çekinirlerdi, derler. O zaman Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: Sizi şahit tutuyorum ki, Ben onları mağfiret eyledim. Bunun üzerine meleklerden biri: İçlerinde filanca var ki, o onlardan değil bir ihtiyaç için aralarına girmişti, der. Allah-u Teâlâ: Onlar bir meclisin adamlarıdır, içlerinden biri ayrı tutulamaz, buyurur." [Buhari, Müslim, Tirmizî]

Suphanallah! “İçlerindeki filanca”, bir menfaati bir ihtiyacı için orda bulunan filanca bile bu müthiş mağfiretten ayrı tutulmuyor. Rabbimiz bizleri ve tüm Müslümanları zikir meclislerine samimiyetle devam edenlerden eylesin. Hiç olmazsa ihtiyaç için aralarına girenlerden eylesin. Âmin.

1 Mart 2010 Pazartesi

Teyzeler.

Hayır hayır annenin kardeşi olarak değil. Terim olarak teyze den bahsediyorum. Tanımlanamayan, orta yaş ve üzeri nine sınırına kadar, çoğunlukla kapalı versiyonu kast edilen insan dişisi. Son zamanlarda çoğul olarak da kullanılıyor: teyzeler. Teyzeler istanbul'da özellikle son yıllarda ulaşım ağının genişlemesiyle içlerindeki gezme-görme ve ucuza alışveriş istekleri açığa çıkan ve kendilerine sağlanan bu imkanları kullandıkça da bu istekleri ayyuka çıkan ve dinmek bilmeyen, genelde 2-5 kişilik gruplar halinde dolaşan dişi insan öbeklerine verilen addır.


Ansiklopedik tanımdan sonra, giderek toplumsal bi fenomen haline gelen teyzeleri daha yakından tanıyalım. Aykut vtr yi girer misin lütfen. Evet sayın seyirciler şu anda İstanbul'un en işlek meydanı olan Beyazıt-Laleli mevkiindeyiz. Halkın nabzını tutmaya çalışacağız.

Merhaba beyefendi teyzeler nedir, nasıl tanımlarsınız. En son ne zaman karşılaştınız. Daha demin Kabataş'tan iniyorum tıkamış yolu inemedim napıyorsun diyorum yüzüme bakıyor, çekil kenara geçicem i de anlamadı. Elinde siyah poşetlerden vardı. O durakta inemedim bakın burası Çemberlitaş, indim geri yürüyecem şimdi. Yazık değil mi bana işime geç kaldım. Emniyet kuvvetlerinden bu duruma el atmasını istiyorum. Bu nedir kardesim yazık değil mi bu millete. Tamam beyefendi anlıyorum.


Siz ne diceksiniz beyamca siz de şikayetçi misiniz. Evladım korkmuyorlar üzerime geliyorlar, biber gazı da kâr etmiyor. Dertleri ne anlamadım, o siyah poşetler enli vücutlar. Önlerinde durulmuyor, kural tanımıyorlar. Otobüs durağı, düğme kavramı yok. Gençlerin başında bekleyip yer versin diye psikolojik baskı kuruyorlar, poşetlerini oturmak istedikleri yerde oturan insanın bacakları altına ittirmeye çalışıyorlar, sonunda pes edip "geç teyze geç" demek zorunda kalıyorsun. Bir kişi parası verip çocuğunu yanındaki koltuğa oturttuktan sonra saldırgan bakislarla etrafı süzmelerinden bıktım. Toplu hücum toplu savunma taktikleri yüzünden bilhassa metro iniş binişlerinde izdihamlar oluyor cocuklar eziliyor, yürüyen merdivenlerin sol tarafları yamuldu, motorları kısa devre yaptı ilerleyin diyemiyoruz anlamıyorlar, zaten kim çıkardı kardesim dışarı bunları, nerde bu devlet oylarım haram olsun. Yoksa benim hanım da mı bunlara takılıyor, eyvah.

Siz ne diceksiniz. Sevgilime rezil oldum bilet kuyruğunda önüme geçti, kırk yıldır önümdeymis gibi nasıl benimsedi yerini hayret ettim. Arkamdayken nasıl birden önüme geçti onu da anlamadim. Evet adım Hamdi bi şey mi ima etmeye çalışıyorsunuz. Yok beyefendi tamam. Banu tamam Banu alo, İstanbul'dan aktaracaklarımız bu kadar iyi yayınlar. Teşekkürler Sirtaki.

Evet ekonomik kriz, balyoz anayasa değişikliği derken son dönemin yeni trend kitlesi teyzeler de uzun süre konuşulacağa benziyor. Şimdi sözü uzman psikolog doçent doktor ailebilimci paleontolog Suna Üşümez svejsson a bırakıyoruz. Evet Suna hanım ne diyeceksiniz bu sınıflasma hakında genç kızlarımız neler yapmalı ileride teyze olmamak için. Tabii öncelikle bu yeni bi olgu, bu yüzden elimizde yeteri kadar bilimsel veri yok. Sonuçları ancak önümüzdeki 10-15 yılda gözlemlenecek. Ama kısıtlı sayıda deneyler gösteriyor ki genetik bu olay. Yani direkt dna diyerek bitirmek istiyorum.


Kendi gözlemlediklerim ise; vatandaşlarımız teyzelerle karşılaşınca sükunetlerini korumaya çalışsınlar polemiğe girmesinler. Polemiğin hiçbir faydası olmamakla birlikte her an her şeyi diyebildikleri için muhtemelen aynen sizin şimdi kaldığınız gibi öyle hipnotize halde kalacaktır kurbanlar. Vatandaşları sağduyuya davet ediyoruz.

Uzmanlar geçici çözüm olarak onlarla muhabbet kurmaya çalısmayı -ki bu çok ama çok kolay inanın kendiliğinden öylece gelişir hiçbir şey yapmanıza gerek yok- poşetlerini otobüse çıkarmaya yardım etmeyi ve yer vermek için istekli olmayı öneriyor. Bundan sonra teyzelerin kabaran şefkat damarından faydalanıp siyah poşetlerde bulunan olası, ne bileyim bir çikolatayla ödüllendirilirsiniz, ve belki de temiz kalpli teyzelerimizin kısa hayat dersi şeklinde "benim de senin gibi bi oğlum var..." ödülünü bile alabilirsiniz.






27 Şubat 2010 Cumartesi

Bildik de ne oldu!

Bismillahirrahmanirrahim.

1990’lı yıllarla anılmaya başlanan ve akademik çevreler tarafından da kabul gören “bilgi çağı” tanımı her ne kadar yaşadığımız zaman dilimine yakıştırılmışsa da, “bildik de ne oldu!” diyenlerin pencerelerinden baktığımız da bilginin her çağda var olduğunu, bu çağında olsa olsa bilginin yayılmasındaki değişimden ötürü “bilişim çağı” diye adlandırılabileceğini anlıyoruz. Dinimize ait olan bilgilerde önceki çağlara nazaran çok daha hızlı yayılmakta, kitaplar her köşe başında temin edilebilir, bilgisayar ve hatta cep telefonlarından bile okunabilmektedir. Fakat “bildik de ne oldu” diyenlerin penceresine dönersek, dini bilgiler her çağda vardı ve her çağda da gereğini yapanlar aranmaktaydı. Gereğini yapmadığın sürece bilgi dolapta bekletilen reçete gibiydi. Hastanın derdine deva olması, o reçetenin gereğinin yapılmasıyla mümkündü.


Bizler de bugün her türlü dini bilgiye kolaycacık ulaşıp öğrenebilmekteyiz. Fakat bu bilgilerin sade bir bilgi olarak kaldığında herhangi bir faydasından söz etmek mümkün değildir. Filan olayın kıyamet alameti olarak bildirildiği bir Hadis-i Şerife ulaştığımız da bizlerden beklenen bu bilginin gereğini yapmak olmalıdır. Mesela; Kıyamete yakın zinanın yayılacağına dair bir bilgi, sık sık eyvah demeye teşvik için değil, kendimizi bu tehlikeye karşı korumak, tehlikenin önlenmesi için tedbirler almamız içindir.

Bu hafta, bilişim çağının bir nimeti olarak zahmetsiz bir şekilde kulağıma kadar gelen ve kıyamet alametlerinden bahsedilen bir Hadis-i Şerif’i sizlerle paylaşmak istedim. İnşallah ibret ve ikaz niteliğindeki bu ve buna benzer bilgiler bizlerin kötü sonuçlardan kurtulmasına vesile olur. Aksi takdirde Müslümanların, adeta kıyametten önce gelecek ön işaretleri -üç boyutlu film- izler gibi seyretmeleri, oyalanmaktan başka bir şey olmayacaktır.

“Kıyametin önü sıra tanıdık kimselere selam vermek adet olur. Ticaret meydan alır, o derece ki kadın erkeğine yardımcı olur. Akraba yoklamaları kalkar ve yalancı şahitler çıkar, gerçek şahitlik gizlenir, muharrirler (yazarlar) ise çoğalır.”
Hz. İbni Mes’ud(radi Allahu anhüma) [Ramûz el-Ehâdis 121/4]


Selamın bile Müslümanlar arasında ortak bir payda olmaktan çıktığı, kadınların işlerini bırakıp eşlerine yardım ettiği, sılayı rahimin unutulduğu, gerçeğin gizlenmesinde sakınca görülmediği ve medyanın güçlendiğini mucizevî bir şekilde bize bildiren Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi bize rehber olarak gönderen Yüce Rabbimiz, bize “gereğini yapmayı” nasip eylesin. Âmin.

21 Şubat 2010 Pazar

Hayatın şifresini arayanlar için cevap veriyorum...3

http://files.myopera.com/benkelebek/blog adresinden alınmıştır




Kul için hiç olmaktan daha iyi hiçbir şey yoktur, ne zühd ne ilim ne de amel. Kul hiç olunca hep olur.
Bayezid-i Bistami (r.a.)

   Şu hayatın şifresi diye bir rakam dağıtsam okuyucularımıza acaba bu harekete ve dağıtılana itibar ne olur? Yani şifre bu, herşey bunda gizli, bunu anlayan olayı anlar vs gibi. Herkes elinde 3 yazılı kağıda bakıp neler düşünür açıkçası merak ediyorum.

   Genel olarak insanlar zor soruların pek zor cevapları olacağını düşünüyor. Yüzyıllardır çözüm bekleyen bir cebir problemi belki birkaç on yıl çalışılarak çözülebilir genel kanıya göre. Veya şu an için hayal olan bir teknoloji, ancak 2050 yılında umumi kullanımda olabilir (bu 2050 olayı da rakamları yuvarlamaktan başka hiçbirşey değildir de mi? Yani 1900 lü yıllarda bu tip öngörüler için 2000 yılı kullanılıyordu. Şimdi ise 2050-2100 yılı). Fakat kimse bunların kırılma noktalarını teşkil edebilecek ve tüm bir çözümü %90 ından fazlasını içeren bir düşünce/kelime olduğunu kabul etmez, etmek istemez.

   Ciddiyeti bakımından bu tip sorulara her ne kadar benzemese de, geçenlerde izlediğim bir TV şovunda 15-16 yaşlarında bir lise öğrencisine, karşısındakine zor bir soru sorması söylendiğinde genç hiç düşünmeden Hayatın anlamı nedir? diye yapıştırdı. Bu klişe soru belli ki gencimizin aklında en zor sorular bölümünde ilk sırayı teşkil ediyor ve kolay da bir cevabı olmasa gerek kendi düşüncesine göre. Velakin kendisi de "Amerikayı yeniden keşfetme" hastalığına tutulmuş olsa ki halen yanıt bulunmadığını ve süpper zor olduğunu düşündüğü soruyu karşısındakine adeta suratına kremalı pasta atar kıvamda yapıştırdı cevabı (buradan duramıyorum a teşekkür ediyorum zira okuya okuya insan hakkaten yazardan etkileniyormuş :P )

   Amerika yıllar önce keşfolunduğu gibi bu açıkta da kalmadı aslında (hedef Colomb değildir, deyim anlamıyla kullanılmıştır). Yüzyıllardır hakkında tabiri caiz ise durmaksızın eserler yayınlandı, fikirler sunuldu. Daha çabalamak niye? Bistami Hazretleri 1200 sene önce teşhis/tedavi aşamasını bitirmiş, başka problemlere yönelmişken halen bu sorunun cevabını anlamak niye?

   Zamanımızda SüperEgo diye tabir edilen bu olay aslında hayatın şifresi olabilecek bir sıfat. Özlü söze göre (sayfanın başındaki söze müracaat ediniz) hep olmak hiç olmaktan geçiyor. Yani herkesin istediği hep olmak olayının aslında hiç olmaktan geçtiği bir yy dan fazla bir süre önce teşhiş edilmiş. It is obvious (diyesim geldi nedense).

   Hiç olmak arkadaşlıklarınızı kuvvetlendirir, hiç olmak etrafınızdaki insan sayısını artırır, hiç olmak sizi ölümünüzden sonra bile yaşatır, hiç olmak sizi Allah'a yakınlaştırır...

   Daha da bir yorum eklesek ayıp olur zannımca.

(sanki karşısındakine kızar bir havada yazılan yazımdan dolayı tüm okurlardan anlayış bekliyorum ve yine Bistami Hazretleri'nden bir hiçlik şiiri ile yazıyı noktalıyorum)


Bana kemlik edenler daima iyilikle yâd olsun,
Yıkanlar hatır-ı nâşâdımı ya Rabbi şâd olsun
Benim için nâ murad olsun diyenler, bermurad olsun.




Bayezid-i Bistami (r.a.)

19 Şubat 2010 Cuma

Miras ve Vâris

"Ulema yeryüzünün kandilleri, Peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir." Hz. Ali (r.a.) [Ramûz El-Ehâdis 222/15]


Yüce Rabbimiz (c.c.) ilk insan Âdem Aleyhisselam ile birlikte insanlara İslamı öğretmeleri için peygamberler gönderdi. Peygamber Efendimiz de (sallallahu Teala aleyhi ve sellem) bu nübüvvet halkasının sonuncusu olarak peygamberliği de götürerek ahirete intikal etti. Ancak nübüvvetin eseri olan dinin ve ilmin kıyamete kadar devam etmesi için vekiller tayin edildi. Bu vekiller Allah'ın (c.c.) dinini ve ilmini Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin izinden gidip son insana kadar taşıyacaklardı. Bunun için "Âlimler Peygamberlerin vârisleridir." ilkesi kondu.

İlk vârisler olan sahabi efendilerimiz bu mirasa en iyi şekilde layık oldular. Dört büyük halife devrinden sonra çıkan tüm iç ve dış karışıklıklara rağmen, kıt kanaat imkanlarıyla İslam'ı dünyanın önemli bir kısmına ulaştırdılar. Allah (c.c.) onlardan razı olsun.

Sadece ilimle meşgul olup, halktan uzak hayattan kopuk bir tavır sergilemediler. Siyaset gerektiğinde siyaset, dünyanın o zamanki süper güçleriyle savaşacakları zaman askeri birer deha oldular. İbadetten geri kalmadılar, zühd ve takvada insanlığa örnek oldular. Hiçbir sorun veya problem onların kimliğini bozamadı.

Sahabi Efendilerimizin neslinden sonra gelen tâbiin neslinden ve onlardan sonra bugünlere kadar gelen nesillerden de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin mirasına sahip çıkacak vârisler yetişti ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mirasının korunmasında bir sıkıntı oluşmadı. Bir sonraki kuşak da bir öncekinden İslamı ilk berraklığıyla teslim aldı. Kur'an-ı Kerim tek bir harfine varıncaya kadar korundu.

Fakat bu silsilede günümüze doğru ilerledikçe Ulemâ anlayışında önceki dönemlere göre farklılıklar oluştu. Yönetimler eliyle tehdit edilen veya iltifat ve ikramlarla satın alınan âlimler, susturulmaya başlandı. Ahiret kazancı olan ilimler, dünyalık kazanma vesilesine dönüştürülmeye başlandı. Konuştuğunu yapmayan, yapamayacağını konuşan âlimler oldu. Özellikle çağımızda gelişen teknoloji ve iletişim sayesinde binlerce âlimle tanıştık. Ancak Allah (c.c.) Teala Hazretlerinin rızasını isteyen, başka hiçbir şeyde gözü olmayan isimler bu binlerin içinde yüzü bulurmu bilemem.

Bu yara her çağda derinleşerek artsa da; yaşadığı zaman diliminde müminlerin kalbine taht kurmuş, "İşte peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) varisi." dedirten gerçek âlimler de yetişti. Bu ulemalardan biri olan ve yakın tarihe damgasını vurmuş âlimlerden, Muhammed Zahid Kotku (rahmetullahi aleyh) Efendi Hazretlerinden gördüğümüz; Peygamber aleyhisselavatu vesselam'ın mirasını sadece din öğretmekten ibaret görmemek, bulunduğu toplumun sosyal, ekonomik ve siyasi noktalarında da Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) kimliğini aynen devam ettirmek ilkesi, bize de "İşte bu çağda da peygamber varisi!" dedirtmiş ve gerçek varislerin hayatlarını öğrenme gayretimizi teşvik etmiştir.

Rasullullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizde gördüğümüz geniş kapsamlılığı büyük oranda varislerinde de görüyoruz. Her ne kadar onları anlayabilme kabiliyetimiz olmasa da; aklımızın erdiğince, dilimizin döndüğünce onların ciltler dolusu anlatılabilecek hayatlarından ufak kesitleri bu sayfadan onların affına sığınarak, yine diğer âlimlerden duyduğumuz, okuduğumuz şekliyle sizlerle paylaşmaya çalışacağız. Allah (c.c.) sayılarını artırsın. Bizleri onlara bağışlasın. Amin.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Su damlası.

Nedir abi doğada en hasta olduğun şey. Aslan ceylanı kovaladı, timsah ağzını açtı, çenesinin uyguladığı basınç bir tondu, çiçekler böcekler çamurlu nehirde yıkanan filler. Yok olum siz de güzelsiniz, ama büyük kısmı durduğu yüzeyle temas etmeyen su damlalarına aşığım aşık. O dediğim kısım ne kadar büyükse benim aşkım da o kadar büyük. Evet çocukluk saplantım var: yüzey gerilimi. Delisiyim kohezyon kuvveti adhezyon kuvvetinden büyük ya hani. Bak bak dur:
Yağmur yağdı camdaki damlalardan en cesuru, atılganı, yiğidi aşağı yaptı hamlesini, sağ kulvardan boynubükük koptu geldi deli dumrul son bi atak, boynubükük pes etmedi burnunu ileri uzattı, burun mu, o ne jokeyin elindeki havuçmuş sayın atseverler, deli dumrul delirdi son bi kafayı uzattı finişi önde gördü. Boynubükük üzülme. Senin de binicin red kitdi yetmedi, olsun. Veliefendiden yayınımız sona erdi, atla kalın. Deli dumrul ismini verdiğimiz damla önüne gelenleri teker teker devirdi, devirdikce güçlendi hızını alamadı. O kadar güçlendi ki, ağırdı ki arkasında sudan iz bıraktı, salyangozun bıraktığı parlayan sıvıdan iz gibi. İşte o izden başka bir damlanın gitmesi kuru yüzeyde gitmesinden çok daha kolaydır. Kupkuru zeminde ilk akan su kendisine yol bulmak için zemin ile arasındaki adhezyon kuvvetini, yerçekim kuvvetinin de desteğiyle yenmek zorundadır, ama bi kere yol oluştu mu arkadan gelen su damlası normalde seçmeyeceği o yolu seçer ıslanma fiziği gereği.
raindropsonwindow600cj7.jpg
Aynı sebepten çamaşırdan leke çıkarmadan önce çamaşırın ıslanması lazımdır, yani farklı bir ortam olan çamaşır dokusunun suya benzemesi, yani islanmasi gerekir; anneler der ki leke yumuşasın. O bölgeye artık sabunlu su daha kolay hücum eder. Gaz durumunda kohezyon-adhezyon kuvvetleri aranmaz, bu yüzden yıldırımların, aralarındaki meydana gelme süresi havada aşırı sıcaklık sonucu oluşan özel gazların atmosferde difüze olup dağılma süresinden kısa olacak sekilde arka arkaya düştüklerinde hep ilkinin yolunu takip etmelerinin sebebi bu benzer maddenin yol oluşturması değil, bir önceki yıldırımın geçtiği yolun özel gazlar vasıtasıyla daha iletken hale gelmesidir.

Tabii her yüzey ıslatılabilir değildir. Suyu ittiren özel tasarım seramik veya teflon yapılar mevcut. Bu yüzeyler su için o kadar kaygandırlar ki yol alan damlacık arkada iz bırakamaz çünkü adhezyon kuvveti çok çok küçüktür, yani kohezyon kuvveti tüm damlayı bir arada tutabilir en ufak bir parçacığını bile bırakmaz arkada. İşte buna ıslanmama koşulu denir. "Islanma" nın gerçekleşmesi için yüzeyler arasındaki adhezyon kuvvetinin temas yüzeylerinde kohezyon kuvvetinden büyük olması gerekir. Hatta adhesive ingilizce yapışkan anlamına gelir işte bu sebepten. Kohezyon da Latince bir arada tutma anlamına geliyormuş, coherent var ya hani. Bi su damlasına parmak ucunuzdaki diğer damlayı aradaki adhezyon (aslında ikisi de su olduğu için kohezyon kuvveti de denebilir) kuvveti kohezyon kuvetinden büyük olacak kadar yaklastırdığınızda hemen atlar diğerine, yekpare damla olurlar. Tabii ne kadar yaklaştırdığınız, havadaki nem miktarına göre önem kazanır. Yine yol meselesi hani. Eğer damlalar arasındaki hava "suyumsu" ise o kadar da çok yaklaştırmanız gerekmez. Tabii mikron hatta nano ölçekteki büyüklükten bahsediliyor, insan eli o kadar hassas kontrol edilemez.
water_drop.jpg
Kohezyon kuvveti, maddeyi oluşturan her temel parçacığın birbirine olan etkisi olarak tanımlanabilir. İşte bu yüzden sıvılar damla şeklindedir. Çünkü en dıştaki moleküller sadece iç kısımdaki moleküller tarafından çekilirler. Böylece verilmiş hacimde en küçük yüzey alanına sahip küre şekli oluşur. Yüzey gerilimi de bu demektir zaten, en dışta bulunup yabancı ortamla sınır halinde olan moleküllerin üzerine sadece içeriden kohezyon kuvvetinin etki etmesi ve böylece su üzerine yavaşça bırakılan kıl ve yaprak gibi şeylerin batmaması. Hatta suyun üzerinde yürüyen böcekleri geçtim, koşabilen kertenkeleler bile vardır.
Bir kap içindeki suya bakılırsa kabın kenarlarında suyun yukarı doğru tırmanmaya çalıştığı, kavis yaptığı görülür. Demek ki orada adhezyon kuvveti galip gelmiş kohezyon kuvvetine. Ama civa olsa misal, o kavis yukarı değil de aşağı olurdu, çünkü civada büyüktür kohezyon kuvveti. İşte suyun, bu kap-boru kenarlarında tırmanma özelliği sayesinde 100 metrelik bambular suyu kolayca topraktan alıp yapraklarına ulaştırırlar. E bizim damarlarımızda dolaşan asil kanımız da aynı hesap işte. Ayrıca ebru sanatındaki estetiği de, suyun yüzey gerilimi mucizesine borçlu insan. Alakasız ama ne güzel foto di mi:
yagmurdamlasi1ow4.jpg
Sadece su için değil aynı cinsten tüm atom veya moleküller arasında bu tip milliyetçi-ayrımcı kohezyon kuvvetleri vardır. Olmasaydı ne olurdu gibi bi soru olmaz. Olmasaydı şu anda var olan difuzyon dengesi bozulurdu, sıvı iletimi çok ama çok zorlaşırdı, canlılar vs. hayat zora girerdi. İste burada Necip Fazıl'ın deyişiyle başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah'a hamd etme makamındayım.

14 Şubat 2010 Pazar

Çağın oyuncağı oyuncaklıktan çıkıyor!!!

   The rapid change in technology is…..Hımmm (boğaz temizleme hareketi :D)

   Teknolojideki akıl almaz hızdaki değişiklik cidden bazen mide bulandırıcı kıvama geliyor. Her anında ve dakikanda bir teknoljik alete bağımlı olmak artık bizlerin makus kaderi…

   Önceki yazılarımda da (bkz  1  2) bahsettiğim gibi iphone artık hiç tartışmasız çağın oyuncağı. Fakat bu devrimsel (revolutionary) alete 3. parti öyle yazılımlar geliştiriliyor ki alet çağın oyuncağı statüsünden çıkıp çağın gereksinimi halini alıyor. Yani ömrünüzün her dakikasında muhakkak size asistanlık edebilecek bir hale dönüşüyor (tuvalette bile). Mesela, evden çıkmazdan once saatlik hava durumuna bakıyorsunuz bulunduğunuz şehirdeki, evden çıktıktan sonra da navigasyon programını açıp yolu “20 metre sonra sola dönmeye hazırlanın, 3. çıkıştan çıkın, 200 metre devam edin “ şeklinde siz hiçbir efor sarfetmeden yolu tariff ettriyiorsunuz. Yolda e postalarınızı kontrol ediyorsunuz. Yoldayken canınız sıkınlınca haberleri okuyor, köşe yazılarına yorumlar patlatıyorsunuz. Akşam maç için eve yetişemedinizde açıp LigTV seyrediyorsunuz. EFT nizi yapıyorsunuz, faturalarınızı ödüyorsunuz vs vs vs.

   Fakat kısa süre once bu alete öyle bir program çıktı ki, hakikaten bir fransız devrimi kıvamında oldu bu çıkış.

   Amerikalı bir dermatolojist olan Dr. Greg Pearson, AppStore daki bir uygulamanın tanıtımını yaptı. Baylor College of Medicine tarafından geliştirilen uygulama akneleri tedavi ettiğini (edebileceğini) öne sürüyor. Çalışma şekli şöyle: Alet görünür bölgede (visible spectrum) kırmızı ve mavi dalga boylarında ışıklar yayıyor.  Mavi ışık bakterileri öldürüyor, kırmızı ışık ise derinin iyileşmesine yardımcı oluyor.

   Yayımlanan bir bilimsel makaleye göre ise mavi ve kırmızı ışık ile akne tedavisi %76 başarılı sonuç veriyormuş. Hatta kırmızı ışık, akne tedavisinde klasik bir yöntem olarak kullanılan benzoil peroksite gore 2 kat daha başarılıymış.

   Olayın FOX News deki sunum kısmını da verip olayı sonlandırıyoruz. Ayrıca bir sonraki ilginç iphone uygulaması hakkında, ele avuca gelmez tahminler yapmaktan da kendimizi alamıyoruz :P

9 Şubat 2010 Salı

Bilmeyenler de Öğrensin - Dropbox

Efenim az önce dropbox adlı bir programdan haberdar oldum. Özetle verilerinizi depolayan bir sunucu hizmeti. Programı bilgisayarınıza indiriyor ve kuruyorsunuz, ücretsiz versiyonu 2 gb, ücretlisi 50 gb mış. Yalnız adamlar şöyle bir güzellik yapmışlar, depoladığınız veriyi herhangi bir yerde güncellerseniz, sunucuda da güncelleniyor. Tabi bu işin sakat noktaları vardır ama ben o kadarından anlamam. Anlayan arkadaşlar çıkacaktır elbet. Daha bir kaç özelliği var. Ayrıntılı bilgi için (sevmeyenine uyarı: bağlantı ekşisözlük) şuraya, site de bu dropbox,
Unutmadan, iphonecuları da unutmamışlar. Hadi gene iyisiniz.

7 Şubat 2010 Pazar

O kutuplardan basık, ekvatordan şişkince değil miydi?

   Kar yağarken dışarı bakmak hoşuna gider herkesin. "Öööle bembeyaz, spontane yağan kar beni mutlu ediyor, nedendir bilmem" diyen bi insan aslında zevk aldığı şeyin kar olmadığını bilemez. Aslında bu haz, hiçbirşeye odaklanamayıştan gelir. Yani beynin herhangi bir zoraki çalışmaya maruz bırakılmaması, veya plan/programlı bir iş çerçevesinde yapılan bir iş olmamasındandır.

(http://3.bp.blogspot.com/ adresinden alınmıştır)

   Her işi belirli bir çerçeveye sokan global düzenin çemberinde (starbucks ta bile kahve almak self-servis çerçevesi şeklinde sizden bir efor beklerken) bazen de beynini çerçeve dışı işlerle dinlendirmek kimsenin aklına gelmiyor nedense. Herkes belirli bir zamanda başlayan ve belirli kuralların olduğu "relaxation method" lar ile kendini dinlendirmeyi amaçlıyor. Yani eğlenirken bile belirli kurallara tabi olma zorunluluğu olan insanoğlu, aslında ne dinlebiliyor, ne rahatlayabiliyor, ne de geldiği bu dipsiz kuyunun farkına varıp yukarı doğru bir hamle yapabiliyor.

   "Hadi akşama sinema yapalım" derken öncelikle bilet almanız lazım. Bunun için (çoğunlukla) internet lazım, kredi kartı lazım, kredi kartının internet kullanımına açılmış olması lazım, sizin adınıza olması lazım, koltuk satın alırken keyfinize göre bir koltuk kümesinin boş olması lazın, bileti aldıktan sonra sinemaya zamanında gitmeniz lazım, sinemaya giderken dışarıdan yiyecek içeçek getirmemeniz lazım (hele 3 büyük cips+6 teneke kola hiç getirmeyin) , filmi izlerken ayağa kalkmamanız çok ses çıkarmamanız lazım, film bitince 3 dk içinde salonu boşaltmanız lazım vs vs... Hepsi bir kurallar manzumesi değil mi?

   Tabi hayat bir kural, eyvallah. Fakat her insanın tek tip olduğu, eğlenmenin bile tüm dünyada tek şekilde belirdiği, yani küreselleşme denilen şu küçük "Dünya" adlı köyümüzde bu kadarı da fazla değil mi?


   Eğlenmek için neden sinema/tiyatroya ihtiyacımız var? Çeşitli vasıtalarla belki birkaç on yıldır bize dikte edilen hayat nizamı neden bizim yaşam şeklimiz olsun. İlla ki taksime gittiğimizde starbucks'lamak zorunda mıyız, her canımız sıkılınca kendimizi bir filmin veya oyunun kucağında bulmak zorunda mıyız, her vize-final sonrası kendimize bir ödül olarak pizza vs söylemek zorunda mıyız...

   Dünya kutuplardan basık ekvatordan şişkince aziz kardeş... Yani gel sen bu küreselleşme olayını bir daha düşün.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Birol Yayla - Aziz Şenol Filiz


Aziz Şenol FİLİZ

Birol YAYLA

Hiç bir şeyle hakkıyla ilgilenmediğim için müzik merakım da meraktan öteye gidip uzmanlık yoluna girememiştir. Yansımalar grubunun iki baş aktörü A. Şenol Filiz ve Birol Yayla hakkında bir şeyler yazalım dedik, ama zaten yansımalar sitesinde biyografileri var. (Fotoğraflar da oradan arak)
Yansımalar'ı bir çok kişi duymuştur, hatta farkında olmadan dinlemiştir; fon müziği olarak kullanıldığından. Bu abilerin o kadar güzel ve değişik parçaları vardır ki, kime en beğendiğiniz 10 yansımalar parçasını sayın desem, herhalde ortalama 2-3 ortak parça çıkar. Kimle konuşsam farklı bir parçasını beğenmiş. Artık nasıl bir yelpaze oluşturmuşlarsa adamlar.
Bir de bu abilerin Yansımalar haricinde bir takım albümleri de bulunmaktadır ki, bence Mızrabın Nefesi albümü bir şaheserdir ve yazının asıl amacı budur. Hele bu albümde bir acemaşiran peşrevi (yani acemaşiran makamında mevlevi ayininin girişi denebilir ) vardır ki buradan bir kısmı dinlenebilir. Sitede pek de güzel anlatmışlar albümün ne amaçladığını. Ayrıca diğer parçaların da örnek kısımları sitede mevcut bir bakayım diyenlere. Ama tamamını dinlemeyen klasik Türk müziği takipçileri çok şey kaybeder.

4 Şubat 2010 Perşembe

Avatar

Film hakkında fazlasıyla bilgi içerir!
Daha önce hakkında atıp tuttuğumuz Avatar'ı izledik dün. 5 kişiydik, daha bi eğlenceli oldu haliyle. İlk defa 3 boyutlu film izliyor olmamı gözönünde bulundurun okurken. Filmin görselliğine diyecek laf yok 10 üzerinden 11. (mesela burada gözönünde bulundurma işlemini devreye sokabilirsiniz)
Konu ise 10 üzerinden 6.5 tir bence. O da keçinin bol olduğu yerde olması sayesinde. Son zamanlarda pek de sağlam konuların çıkmadığı holivud en son Dark Knight ve Disrict 9 ile "çok bilinen konuyu iyi işleme" başarısını göstermişti. Bu o kadar olmasa da onlara yaklaştı. Daha en başından "bu ceyk albayla filmin sonunda kapışır" demiştim, tuttu. Ceyk'in iyi adamların tarafına geçeceği zaten belliydi. Ayrıca albayın tipi "ben kötü adamım" diye bas bas bağırıyordu. Gene seçilmiş adam geyiği vardı.
Ceyk'in Filmde gaza getirici sahneler de boldu. ( IMAX etkilerini de gözönüne alın)
Bi adam bu kadar mı belli eder arkadaş kötü adam olduğunu.

Neytiri hanım da güzel olmuş, Haldun Üstünel ve bir kutu çikolatayla istemeye gidilebilir. Daha önceki yazıda da belirttiğim üzere ben konuya değil, tasarımlara takıldım. Filmi izledikten sonra da kanaatim güçlendi. İyi tasarlamışlar adamlar. Tasarımda raklılık beğeni grafiğini tam tepeden yakalamışlar. Daha önce de gördüğümüz dünya tasarlamaca işlerinin içinde en iyisi buydu. Bir çok kişinin beğeneceği, uçlarda olmayan bir dünya Pandora. Yalnız bu tasarlama işlerinin sonunun "Tanrıyı oynama" dürtüsünü ateşleme ihtimalinden korkuyorum. Avatar bu konuda bir devrim olabilir. Nitekim şimdiye kadar yapılanların en ciddiye alınabiliri.
Unutmadan; fotoğrafınıza göre avatarınızı çizen program, site vb. şeylere hazırlıklı olun, ya da çoktan yapılmıştır bunlar da ben bilmiyorumdur.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Selim-kanka.

1

-Selim.
-Buyur kanka.
-Naber hacı?
-Napalım kanka, çoluk çocuk iş güç falan filan.
-Kaça geçti senin Faruk şimdi?
-İkiye geçti de 4 gelmiş biyolojisi veledin. Dövdüm biraz adam olsun.
-Hacım senin üstündeki pantolon ne renk?
-Kot giydim abi mavi niye sordun.
-Faruk'u seviyon mu Selim?
-Seviyorum abi tabii, noluyo kanka geriyosun beni, kıllandım nasıl sorular bunlar?
-Olum ne gaz evhamlı adamsın. İstemez misin Faruk daha iyi okullara gitsin, yenge altın bilezik taksın?
-İsterim kanka isterim tabii, bu maaş kime yeter, ne güzel ağzından bal damlıyor.
-O zaman olum al sen şu gömleği de giy üstüne şu atkıyı da sar.
-Kanka ben sarı sevmem ki bu nasıl gömlek lacivert çizgili, forma gibi, hem yaz vakti ne atkısı.
-Ya Selim dur iki ya. Dinle şimdi bugün maç var ya. Sen şu Fener atkısını da tak git inönüde en büyük Fener de.
-Hacim GS BJK macında niye en büyük Fener diyeyim ki anlamadım. Saçma değil mi sence de.
-Nesi saçma lan, bana saçma gelen tek bi yerini söyle.
-?
-Kalırsın öyle, sen kankanın lafını dinle başka çaremiz yok.
-Hacım o kadar ciddi mi durum hakkaten ya?
-Ben ne anlatıyorum yarım saattir, başbakanı dinlemedin mi, ulusa sesleniş?
-Yoo.
-Dinleseydin anlattı orada işte.
-Tamam iyi madem. Ama ne bileyim koca statta yakmayalım kendimizi, çok da anlamadım zaten niye...
-Lan olum bi abinin lafını dinlesen iş bitecek. Ünlü olacan videonu çekip yetenek sizsiniz e göndericez.
-Hacım bu yetenek mi ki sence?
-Ya ne?
-Ik mık.
-O zaman karışma bilmediğin işlere. Santraya bayrak dikmeyi unutma. Ben tünel kazdım tam taç çizgisinin orada bekliyorum seni.
-Hangi taç hocam, kocaman saha?
-Köşe gönderi var ya orası işte.
-Kanka santraya uzak bi nokta orası bildiğim kadarıyla.
-Senin bildiğin o kadar işte, hiç maç izlemiyon mu?
-İzlemedim, geçen bi bank asya da meram belediyesi-hopaspor maçı vardı ona baktım sadece.
-O zaman laf dinle, germe beni, bozma planları.
-İyi hacım peki, kusura bakma, seni mi kıracaz.
-Bayrağı dikince ben kameradan record a basıcam tünelin girişindeyim, sen bana doğru koşmaya başla.
-Ya hacım iyi de...
-Seliiim.
-Tamam hacım.



2

-Selim.
-Buyur kanka.
-Olum sana bi kız buldum, hem güzel hem zengin.
-Deme kanka.
-Dedim bile Selim.
-E kanka hadi yap bi şeyler.
-Tamam olum ayarladım bile.
-Sen şimdi al bu bileti Mardin'e git. Kız seni evde bekliyor.
-Hacım ne Mardin'i? Aşiret falan, yamuk olmasın.
-Selim ayıp ediyon, rencide oldum.
-Kanka şahsi alma, pardon.
-Neyse al şu çuvalı da.
-Çuval derken?
-Kızı koyacan içine.
-E hacım istemeyecez mi kızı.
-Olum o yörede adet böyle. Çuvalda kaçırmaca oynadıktan sonra istiyosun.
-Hocam böyle adet duymadım hiç bilmem ki?
-Ya zaman değişti, eskidendi o istemeler.
-Hacım onlar affetmez yakalarlarsa, tırstım ben.
-Lan olum gelenek böyle diyorum off laf anlamıyosun sen ya, böyle değildin ya.
-Kanka pardon, kızma bana.
-Tamam tamam. Sen git mardin'e kızı çuvala koy, ben seni bekliyorum Suriye sınırında.

25 Ocak 2010 Pazartesi

Görevimiz ilhami.

Ne yazsam diye düşüneceğime oturayım klavye başına bekleyeyim ilhamın gelmesini di mi. Nasılsa gelir yani. İlhamiii gel olum hadi yemek yicez. Kaç saattir top peşinde koşuyorsun atletini değiştireyim terlemişsindir hasta olacaksın. Bak hala koşuyor kime diyorum ben. Bi daha izin verirsem sana ben görürsün, babana söylerim bak. Bu annelerden nedir çektiğimiz İlhami.
Yatırırdı beni de sekizde sabah kalkamayacağım varsayımına dayanarak. Evet hiçbir dayanağı yoktu bunun için, inandırmıştı beni de. Ya kalkamazsam düşüncesi kabusum olmuştu. Niye korktuğumu bile bilmezdim. Şimdi salim kafayla düşününce nolur ki kalkamazsam en kötü okula geç kalırım diyorum. Görevimiz tehlikeye hiç baktırmazdı bi şöyle rahat rahat ağız tadıyla göremedim bu diskin kendisini 5 dakka içinde yok etmesini. Hep kandırdı beni büyüyünce bakarsın diye, e ulan dizi bitti, tedavülden kalktı. Güneş batınca yatma moduna giren çiftlik tavuğu gibiydim yatmalıydım yoksa kalkamazdım. Ya bi dene 10 da yatır kalkamazsam o zaman konuş nasıl bi önyargıdır bu, önden önyargı. Mekanik kanal değiştirme düğmeli sekiz kanallı grundig tv mizde a takımını severdim bi de. Ne buluyor bu feys de kadınlar hiç anlamadım evet saçları şekildi ama smit de karizmaydi biyey güçlüydü. Aman YaRabbi o biyey neydi. Adam yumruk atarken kamera rakibin yüzünden bakardı yumruğa ve her parmakta üç yüzük bilmem ne hızla yaklaşan yumruğun, elemanın yüzünde sebep olabileceği şekil değisikligi hakkında bayağı fikriniz olurdu. Fareden korkan fil misali uçaktan korkardi biyey binemezdi hiç, smit derdi olum manyak mısın iş var Ohio'da nasıl gidelim uzak derdi, adam inatla siz gidin ben minibüsle geliyorum derdi. Adamı bayıltırlardı fil uyutan ilaçlarla mecbur napsınlar. Saçı vardı bi de hatırlamayanlara hemen tarif edeyim: Maslak'tan sonra e5'te giderken ufukta meraklı gözler, iletim hatları yapraklara temas edip kısa devre yapmasın diye traşlanmış ormanı fark ederler. Hatların geçtiği güzergah bildiğin traşlanmıştır, çorak arazidir. İste biyey in saçı da bu durumun değili veya tersi idi. Tıpkı hatların geçtiği doğrultu orman, kalan yerler çöl gibiydi saçı.
Düşmanları hiç çözemediler biyey nasıl etkisiz hale gelir bulamadılar. Olum elektromıknatıs. Adam direkt boynundan asılır vinçe, hiç mı kafanız çalışmıyor. Üstünde 45 kilo bilumum metal var adamın.
A takımı bi araya geldiginde veya sıkıştırıldığında jenerik müziği eşliğinde yerine göre bi yere kapanır veya hapsedildikleri odada buldukları peynir tenekeleri ve güherçileden modifiye silahlandırılmış araba falan yaparlardı. O maytap oğlanı mördak bile bi kaynak yapardı vay be derdiniz. Müzik bittiğinde beyaz saçlı purolu smit son çiviyi de çakmış olurdu. Sonra kötü adamlara koparlardi hep beraber. Kim olduklarıyla ilgilenmezdim hiç ama bilinçlenmeye başladığım yıllardan kaçak yardımsever askerler olduklarini hatırlıyorum a takımının. Bi yandan askerden kaçar bi yandan ezilenin yardımına koşarlardı, belki de bunun için askerden kaçmışlardı. Mördak salağı şapkasını yan takardı hep-bi ara ben de öyle gezdiydim-takımın neşesi, biyeyin mazlumu getirin bana daki mazlumuydu. Sıkıldıkça, eli kaşındıkça mördakı döverdi biyey.
Bazense kıyamazdı. Hep derdim sen uyma ona sinirini bozma, zaten gerginsin, kızıp ısınıyorsun sonra boynundaki elindeki metaller genleşip yere düşecekler biyeyciğim. Süt dişlerinden birini babasıyla güreşmesi esnasında diziyi izlerken yattığı yastığa takıp çıkarmış biri olarak bu dizinin gönlümdeki yeri müstesnadır. Uçup takla atan, sac kavurma yapılan sacın şeklindeki jantlara sahip geniş amerikano arabaları ve sıcaaaak yapar gibi ağzında puroyla, biyeyin dövüp öttürmek için tuttuğu adama konuş lan patronun nerde diye bakan smit de var öte yandan.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Gıriinpiis nerdesin yavrucum

"enerji üretiminin hiçbir çeşidi tam olarak masum değil" demiştik şu yazıda
Buyrun şimdi bir de şuraya alalım sizi. Ayrıca şu nükleer karşıtı .... (platf0rm, t0pluluk ne derseniz artık) cılar, nük dersem çıkın, hidr0-yenilenebilir filan dersem çıkmayın.

19 Ocak 2010 Salı

Sherlock Homes ve Cani Sinemanın Edebiyata Kastı Giriş

Malumunuz yepisyeni cillop gibi bir film girdi fizyona. Bundan nerden bakarsak bakalım bir ay filan evvel şimdilerde parmaklıklar ardında dizisinin kastına dahli sözkonusu olan Vehbi Basar arkadaşımız Guy Ritchie demişti, Robert demişti, Downey demişti. Yani bizi bu günler için önceden uyarmıştı. Sherlock Holmes filmi muvaffakiyetle beyaz perdedeki yerini aldı, hatta benim Sherlock filmindeki en garibime giden adam Robert Downey jr. bir altın küre bile aldı. Filmin mükemmelliğine, oyuncuların yetkinliğine ya da yönetmenin insanlık dışı olmasına kat'iyen değil. Benim derdim nerde o eski Sherlock Holmes'ler...

Öncelikle yukarıda bahsettiğim Robert Downey Jr.'ın uyumsuzluğunu bir vurgulayım. İlk Sherlock Holmes hikayesi olan Kızıl Dosya'da anılarını anlatan Dr. Watson Holmes'u 1,80'den uzun ve zayıf olarak anlatır. O dönemdeki bir çok Holmes ilustrasyonunda da bu böyle resmedilmiştir ayrıca Holmes kısa ve az saçlıdır. Robert Downey Jr.'n ne saçı ne de başı Sherlock'la alakalı. Adam 1.74 ve Demir Adam filmlerinde bir kas yığınına çevrilmiş. Üstelik saçı uzun ve dağınık. Ayrıca Holmes'un hayali evi 221B Baker Street civarındaki ve yazarı A. C. Doyle'un memleketi Picardy Place'deki heykellerindeki şapkası filmde uçurulmuş. Üstelik Downey jr. ne kadar iyi bir oyuncu olsa da çakma İngiliz aksanı İngiltere'nin öz evladı Holmes'e hiç yakışmamış. Biraz daha karakterlerden gidersek, Holmes'un tek aşkı soprano Irene Adler bir Mata Hari'ye, hikayelerin anlatıcısı olan Dr. Watson ise bir yancıya, bir wingman'e dönüştürülmüş. Ama asıl dönüşüm hikayenin kendisinde. Tarihin belki de ilk CSI'yı olan Holmes
şiddet meraklısı kavgacı bir adama dönüşmüş. Dr. Watson'ın "iyi sopa kullanır, ayrıca boksuda iyidir" betimlemeleri, karate filmelerinden çıkma sopa dövüşlerine ve Cage fighting'in atası olan bazı uygulamalara dönüştürülmüş. Yani film günümüz hollywood aksiyonlarına yaklaşmak için elinden geleni ardına koymamış. Bu arada olan tabii ki Holmes'e olmuş ve bir neslin kurnaz dedektifi hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Bu kesinlikle yeni bir durum değil. Sinemacılar daha film çekmeye başladıkları ilk günden beri edebiyatı ve tarihi istedikleri gibi değiştirmekte herhangibir yanlışlık görmediler. T. E. Lawrence yada daha bilinen adıyla Arabistanlı Lawrence, koyu tenli, kısa boylu bir adam olarak betimlenmeisne rağmen Peter O'Toole, Ian Mckellen ve Ralph Fiennes hep 1.80üstü adamlar tarafından canlandırılmıştır. William Thackeray'in Vanity Fair'inde Becky Sharp karakteri Amerikalı Reese Witherspoon'a, Bir Geyşa'nın anılarındaki Japon kızı da bir Çinli'ye nasip olmuştur. Daha da sayardım ama öteki yazılara da birşeyler kalsın diyor ve burada bir nokta koyuyorum(.)


18 Ocak 2010 Pazartesi

Penaltı noktasında tavşan.

Allah canavarlığınızı artırsın nasıl bir laftır über salak herif. Bu lafı kime dediğim gizli kalmalı. Açığa çıkmasın. Şöyle bir andı: hani diyaloglar karşılıklı birkaç cümlelik konu paketlerinden oluşur da genelde sonraki cümle önceki ile aynı konu bağlamında bir sekilde ilintili olur ya, yani insan konudan kopulmaması adına öyle cümleler kurar. İşte biz de canavar gibiyim çok şükür lafına cevaben bu kelimeyi de kullanmak isteyerek baştaki cümleyi kurduk. Cümleyi nasıl bir kelmeyle bitirdiğimin farkına vardığımda kelime ağzımdan tüm harfleriyle beraber tamamen çıkmış durumdaydı ve artık çok geçti.
Nasıl ki penaltıyı kullanan futbolcu 60 cm kalınlığında kalecinin koruduğu 7,32 m'lik kaleye topu sokamamayı düşünüyorsa , yani nasıl ki % 95'lik gol ihtimalini göz ardı edip %5'lik kaçırma ihtimalinden korkuyorsa ve bu ihtimale odaklanması kaçırma ihtimalini 10 kat artırıyorsa işte ben de aynen 100 tane mantıklı laf icinden zorlarsan ancak bulunabilecek, 20 derece sıcaklık ve 1 atmosfer basınç şartlarında mümkün değil kullanılmayacak 5 adet cevabın birini kullandım ve inanın penaltı kaçıracağından korkan futbolcu misali o cevaptan kaçamadım, olan oldu. Vücudun tehlikeli veya enerji gerektiren vakalara kasları hazırlamak için pankreasaydı galiba salgılattığı adrenalin hormonu tilt seviyesine ulaşırken titrek sesimle kurtulmaya çalıştım bana 10 dakika gibi gelen 5 saniyelik
boşluktan.
Eğer bir tavşan salaksa araba farlarını görünce yaşadığı kilitlenmeden çıkınca arabaya doğru koşmaya baslar, o arabanın doğrultusunun kapladığı açı tavşanın etrafındaki 360 derecelik tam açının çok ufak bi kısmı olmasına rağmen. Evet salak tavşanlar bunu yapar, niye yapıyor diye sorulmaz, yapar. Ve beyin napıyorsun gerizekalı sorusunu sordu sormadı derken o narin agora tavşanımız kaportada şekildeki gibi bir göçük oluşmasına sebep olur. Zaten bu soruya cevap verebilecek vakti de varsa son bir hamle kenara kaçıp ölmekten kurtulur. Dostlar ben kaçamadım, o tavşandan beter oldum, koştum arabaya doğru 1 aydır mağarada olup çıkamayan ama aniden ilerideki ışık hüzmesini fark eden kaşiflerin işte çıkış kurtulduk diyerek ayağa kuvvet ışığa koşması gibi, farlar gözümü aldı üstelik araba çok yakındı ve hızlıydı.
Sonuç çok vahim: çocuklar nasıllar. Bunu ben mi dedim, odada başka kimse yok evet ben demişim, nolacak şimdi nasıl düzelteceksin off, telefonu yere atsam mı atmasam mı, ipod yerine ifon alsaydık atardim vs. derken bir toparlanma çabası ve Erdem nasıl sorusu. Tabii burası tartışılır toparlama lafı mı yoksa biraz önce kızlarınızı sormuştum şimdi de hususen Erdem'i soruyorum gibi korkunç bir anlamı barındıran bir 2012 cümlesi mi. Bu değerlendirmeyi beni teselli etmek ve gerçeği yüzüme söylemek arasında gidip gelen kardeşlere bırakıyorum.

17 Ocak 2010 Pazar

3-5 filan işte

Herkesin her gün görüp farkına varamadığı şeyler vardır de mi? Örneğin yoğun yapılaşmanın olduğu bi yerde yaşıyorsanız (bkz:ben) yolunuz üstündeki evlerin 2. ve yukarı katlarını bir kere dahi başınızı kaldırıp görmemişinizdir. Veya günde en az 3 kere alışveriş yaptığınız bakkalın çenesinin altındaki beni, veya günlerdir beraber vakit geçirdiğiniz kankanızın büyüüüük derdi…. Hepsi fark edilmeyenler listesinde.

İşte bende bu açıktan yararlanıp hemen konuya giriyorum…
Rakamlar ne ilginç değil mi? Hepsinin bir ayrı yani var. Hepsi ayrı bir mana içeriyor, tamamen farklı dünyalar, farklı duygular var hepsinde. Biri diğerinin yerini tutmuyor, hepsinin ayrı bir seveni var.


condemnedtorocknroll.files.wordpress.com adresinden alındı

Mesela ben 4 cüyüm uzun senelerdir. İlkin soğuk gelmişti bana biraz. Öyle sert köşeleri, içindeki o gereksiz boşluk, ona karşı olan güvenime set çekmişti. Seviyeli durdu zaten bana biraz. 7 ile çok alakasızlar belki de ondan. Ha tabi ben önceleri 7 yi daha çok severdim onu söylemem lazım size ilkin. Bana çok büyük kıyakları olmuştu kendisinin. O çatısının altında az zaman geçirmedim, o eğri gövdesine yaslanıp az türkü tutturmadım. Fakat bana tam zamanında öyle bir kelek yaptı ki, inanır mısın cancağızım ağzım açık, bakışım donuk kaldı. Bir gün 3-4-5 filan birkaç arkadaşımlar bir de onu görmeyeyim mi? Hem de tam 6 dan sonra. E tabi şaşırdık, afalladık ilkin. Hatta bu olayı 3 akşam birkaç saat kahvede tartıştığımızı hatırlarım.  Fakat bua da alıştım zamanla. Artık rastlaşınca “Merhaba, merhaba” o kadar. Kadim dostluklar da 1 yere kadarmış anladım. Fakat asıl yandığım kendisinde pek mühim sırlarım kaldı. Yitikler listesinde 7 nin aldıkları pek bi kabarık bende. Neyse…..Ne demişler, ne dostlukta ne düşmanlıkta uçta olma. Hepsinde az da olsa bir mesafe bırak ki can dostun bir gün düşmanın, azılı düşmanın da bir gün canciğer arkadaşın olabilir.


www.westga.edu adresinden alındı

Farklı zamanlarda farklı dostluklarım farklı bağlantılarım oldu farklı sayılarla. 9 un yeri örneğin pek mühimdir bende. 10 dan daha da büyük görürüm kendisini nedense. Aynı şey 99 için de geçerli. Yani 100 den büyüktür aslında. 11 bi şapşal durur her daim. 12 ise hem civarındakilerinde pek bi şahsiyetlidir açıkçası. 19 un sağı solu pek belli olmaz. Hayatta hep yalnız takılır… Beklerim ki 19 ve 23 yalnız ölürler zaten. Neden mi? Neden diye sormayın. Neden diye soran, olmaz demişler de ondan…

17 bi itici bi garip geldi bana. Teşriki mesailerimizde az karşıma çıkan, bir kendini beğenmişten başkası değildi doğrusu. Usuldan halleder işini. Örneğin alışverişlerde ya 20 ya 15 olur, hiç göstermez kendini. Artık bilmem belki sosyal itibarsızlığından, belki de kendini beğenmişliğinden insan içine çıkmaz. Fakat beni anlamadı zanneder ki gözü şöhrettedir. Bilmez ki şöhret afettir.

                Hepsinin bir ayrı yeri var bende. Şimdi devam etsem inan üst komşum 1000 e kadar varırım. Amma bu kadarı kâfi. Eğer sıkılmazsan yarın ayrı vakit gel devam edelim. Sen de anlatırsın hem bana arkadaşlarını.

16 Ocak 2010 Cumartesi

PeKi


Bir animede bu sahneyi gördüm, Ezel dizisindeki Ali gibi "nHadi arkalarda filan görsem neyse de, adamın gözünün içine s diy

12 Ocak 2010 Salı

Zamanı Geldi

Bundan yaklaşık 8 buçuk sene önce yüzyılın en önemli (şimdiye kadar) olayı New York semalarında yaşandı. İkiz Kuleler yıkıldı ama ABD dirildi sanki. Sonra malum Afganistan Irak diye yuvarlanmaya başladı herşey. Sonra "O" çıktı ortaya. Yıllar evvel scientologist Tom Cruise'nin oynadığı birkaç iyi adam filmine mekan olan bir toprak parçası, yüzlerce insanın hayatının karardığı yer oldu. Adı tabii ki Guantanamo'ydu. ABD neredeyse dünyanın her yerinden topladığı suçlu suçsuz (çoğu bence suçsuz) insanları buraya tıktı ve insanlıklarını ele geçireceğini sandı. O zamanın Başkanı ve tam bir insan müsveddesi olan G.W. Bush dedi ki ABD mahkemeleri bunları yargılayamaz ben de istediğim kadar bunları burda tutarım, sonra da pis bir kahkaha attı. HA HA HA! Ama hayat bir ironiler bütünüydü ve daha birkaç sene evvel, Miami'deki şaibeli seçimi onaylıyarak Amerika tarihini sonuna kadar değiştiren Yüksek Mahkeme (bu bizdeki Anayasa Mahkemesi gibi değildir, kararlarının etrafından dolaşılamaz veya kanun/anayasa değişikliği ile bypass edilemez, verdikleri karar kanundur) yanlış yoldasın dedi Teksaslıya. Sonra Bush ısrar etti yasa filan çıkarmaya kalktı ama Mahkeme yine ağzının payını verdi. Bu olay bir kaç kez tekrarlandı ve sonunda Bush'un gitmesine aylar kala Guantanamo mahkumlarına ABD mahkemelerinin yolu açıldı ve davaları başladı. Sonra Obama geldi ve neredeyse ilk müsbet adımını geçen yıl 22 Ocak'ta attı. Dedi ki Guantanamo en fazla bir yıl içinde kapatılacak. Sonra Nobel barış ödülü falan aldı ama bunlar tabii ki teferruat. Baktı takvime neredeyse bir yıl olmuş ve araştırdım sonra Guantanamo için hala birşey yapılmamış. Kriz imdadına yetişmiş Obama'nın ve en dişli liberallerin bile sesini kısmış. Demek ki insanı insan olmaktan utandıran bu zulüm devam edecek, İsrail cüretinden, Mısır korkusundan ve daha bir sürü devlet kendi özel sebeplerinden bu tip uygulamalara kanunsuz tutuklamalar, yüksek duvarlar ve üstü kapalı soykırımlarla devam edecek. Ama benim ağrıma asıl giden ne biliyor musunuz? Hala barış diyen, demokrasi diyen, kardeşlik diyen ama bebek katillerine Terörist diyemeyen bir garip insanlar "İDAM" cezasını açık ve saydam bir yargılama ile hem de iki defa almış birinin hapsedilmesine, hücresinin azıcık küçülmesine (hala benim odamdan büyük ve lüks) karşı çıkacak, hatta molotof atacak (bu arada molotof kokteyli ilk olarak Sovyet ordularına yani solculara atılmıştır:2. Dünya Savaşı Finlandiya Cephesi 1939) ve masum insanları öldürecek. Bir şey söyleyim mi, harbiden acayip demokratik bi ülkede yaşıyoruz. Yoksa böyle saçmalıkları konuşanlar için Guantanamo gibi bi yer açarlar sonra da unuturlardı kesin. Verdiğim uzuuun ara için de özürlerimi melamin bir tepside sunarım.

10 Ocak 2010 Pazar

Download çubuğu.

Koleksiyon hastalığını da nefsi istekler arasında saymalı. Toplama isteği, sınırsız bir yanında bulundurma, elinin uzandığı yerde tutma, dursun abi lazım olur saplantısı. Kitaplarım da öyle. Son 10 yıldır İstanbul'daki iki büyük fuar organizasyonuna ismi lazım değil arkadaşla aralıksız katılıp hatta bazen aynı fuara 3-4 kez gidip toplanan kitaplar alındıklarından itibaren raflarda, istihza dolu, okuyamadın mı daha yavruu bakışlarını üzerimde gezdiriyorlar.
Gerçi elimin altında olmasını istediğim her şey var şu anda. Eğer başlamak bitirmenin yarısı ise ve satın almak okumaya başlamak ise ben bu kitapların yarısını okudum. Diğer yarısını da okuyunca okumuş olacağım. To do list im to read listesine dönüşeli ve bu listede 30 kitap kendine yer bulalı çook oldu. Acı gercek hiçbir zaman onları okuyamayacaksın hahahaa, diyen vicdansizlara inatla inanmak istemiyorum. Bi umut böyle kendinden bi beklenti icinde sonraki yılın fuarlarını bekliyoruz heyecanla. E bi de indirme hastalığı var. Yok hayır indirme değil, yani inmiş olması değil bizatihi dosyanın iniyor olması bu insanları zevk tepelerinde gezdirmeye yeter, indi kaydet tamam zevk biter. Yani o çubuğun içindeki, bıktırıcı İstanbul trafiğinde insanların tek sığınağı 3310 daki yılan oyunu misali sağa doğru ilerleyip çubuk bitince tekrar soldan başlayan yeşil kareler dizisi.
Göz onu takip etmekten yorulmaz, %100 e doğru yaklaştıkça akan salyalar klavyeyi veya yerine göre touch pad i ıslatır. Olum iniyor lan iniyor aaaaa indiii. Hiç izledin mı inenleri hiç okudun mu, yoo ben direkman bu download çubuğunun kendisiyle ilgiliyim, bu da böyle bir davranış bozukluğu. Diş çürüğü, kanser veya stres tarzı bi milenyum hastalığı. Artık adamın çocukluğuna mı inersin, bir nesli besleyen çubuk krakere mi kabahat bulursun yoksa bilumum kavga dövüş oyunlarında ölmeye yaklaşmayı sembolize eden enerji çubuğu -olum enerjinin bitmesi ne demek ki acep mitokondriler ATP üretmeyi mi kesiyor, j zaten- boşalırken yaşanan duygu yoğunluğunun altında ezilmiş çocukcağız mı dersin bilmem, bi çubuk zaafı var orası kesin.
E-book olayına ne denir öte yandan, bu satırları yazan süt yağlı sudan çıkmış çay kaşığı mı. İndirr belki lazım olur. O değil de en büyük sebebi pdf sempatizanlığı aslında. Hele o şekiller yok mu o şekiller, öyle 1 saat bakarım sıkılmadan. Zumlayınca bile netliğini kaybetmeyen keskin çözünürlük ve bilhassa yazıdaki uçurumsal siyah-beyaz kontrastlığı beni kendisinde kaybettiriyor. Taze inmiş e-book umda usanmadan sürekli scroll yaptığım için isyan isteği ayyuka çıkan ve diğer parmakları da organize edip hep birlikte kötü hayat şartlarından kurtulma gayesi güden fitneci grevci işaret parmağıma kulak tıkayıp içeriği de çoğu kez önemsemeyerek olum pdf ne güzel bi şey ya diye diye vaktimi eritirim. Yeni inmişi kardeşlerinin yanına koyup koleksiyonuma tatmin olmuş, huzura ermiş bir ifadeyle göz gezdirip, bi ara okuruz düşüncesinin belirsizlik sisleri altında cebimdeki 21 yıllık sancak sağ, iskele sol yazılı kağıdıma baktıktan sonra arama çubuğundan diğer pdf lerin engin denizine yelken açarım.

"Çağın oyuncağı"na yakışır bir uygulama-Sleep Cycle

mail oldum gonca güle
acem şalı ince bele
acem şalı ince bele....

hıhımmm.. (boğaz temizleme sesi :P ) arkaplandaki şarkıyı bi tarafa bırakalım demi.


   iPhone çağın oyuncağı olma yolunda etrafında hiçbir rakip bırakmamış gibi görünüyor, tabi google ın çıkaracağı nexus veya palm pre veya motorolanın android işlemcili motorola droid telefonunu tamaaaamen bir kenara bırakırsak. (konumuz bu değil ama aslında iphone un tahtı da gittikçe yüksek bir frekansla sallanıyor. Özellikle nexus piyasaya çıktıktan sonra, iphone a olan üstünlükleri ile Times'a "Next decade of 20'th century has just started" başlığı ile kapak olabilir. (Bu 4 telefonun güzel bir karşılaştırması bu linkteki amcalar tarafından yapılmış. İlgilenenler müracaat edebilirler)

   Asıl konumuzza dönecek olursak iPhone da devrim niteliğinde programlar çıkmaya devam ediyor. Örneğin AppStore da akıllı evleri kontrol etmek için ve hiçbir ek yazılım/donanıma ihtiyaç duymayan bir yazılım. Veya 3 farklı firmanın maksimum detay içeren "turn by turn" diye tabir edilen navigasyon programları. Veya Turkcell ci amcaların çıkardığı size en yakın eczane,hastane,petrol vs yi gösteren, ayrıca kameranızı açıp etrafa telefonununuzun kamerası vasıtasıyla baktığınızda binaların üstüne ne olduklarını ve size uzaklıklarını yazan program. veya veya veya....

   Bu yazımızda sizlere tanıtacağımız Sleep Cycle isimli, ve belki de bu programların tümünden daha yararlı bir yazılım.

yukarıki resimde sağ aşağıda gördüğünüz program, siz uyurken boş durmuyor ve uyku evrelerinizi çözümlüyor. Evet yanlış duymadınız !!! Tam 25 kupona, beklemek yok ..... hıhımm (boğaz temizleme sesi :P )

   Evet, siz uyurken program, iPhone un müthiş hassas accelerometresi yardımı ile yataktaki tüm hareketlerinizi algılıyor. E tabi telefonun bu sırada yatakta olması lazım dimi :D

yani bu resimdeki şekilde yerleştiriyorsunuz siz yatarken. Siz uykuya daldığınızda program en küçük hareketlerinizi bile algılayıp bunu kendi veritabanına kaydediyor. Daha sonra hareketlerinizi analiz ederek, o an uykunun hangi evresinde olduğunuza (hafif uyku, rüya durumu, ağır uyku vs) karar veriyor. Pekiiii bu ne işimize yarayacak diyorsunuz de mi? İşte bu program bu analizler ile sizi uykunuzun en hafif olduğu bir zaman diliminde uyandırıyor.

   Örneğin kendi üzerimde yaptığım deneyde şu resimdekine benzer bir grafik elde ettiğim perşembe günkü uykumda (bu arada az uyuyorum mesajı da vermek istedim. bak dikkat et 2,5 da yatmışım 7 dedi mi kalkmışım :D ). Programa alarm saati olarak 07:10 ayarladım fakat program benim bu alarm saatine en yakın ve en hafif uyku zamanımı 06:50 olarak belirledi ve beni bu saatte uyandırdı. Sonuç inanılmaz !!! Dinç ve uykumu almış bir şekilde kalktım. Ertesi gün denediğimde yine aynısı. (benim uyandıktan sonra tekrar yatıp bu güzelliği mahvedişimden hiç bahsetmiyorum tabi :D )

   Program gün geçtikçe yani sizin uyku düzeninizi çözdükçe, veri tabanına sizden daha çok uyku verisi ekledikçe daha iyi çalıştığını iddia ediyor.

Ayrıca uyku periyotlarınızı facebook da arkadaşlarınız ile de paylaşabilirsiniz (ne önemli ama :P)

Yavaş yavaş havalrın soğuyup, herkesin üstüne şöööle bi soğuk yorgunluğu çöktüğü şu günlerde, tüm okuyucularımıza az uykulu bol dinlenmeli günler diliyorum.

8 Ocak 2010 Cuma

İstikamet?

İnsanlarımızın çabalarını, emeklerini nerelerde harcadığını gördükçe üzülmeyen yoktur aramızda sanırım. "Birader senin olayın nedir?" diye soracağım o kadar insan var ki (ben dahil, ama bir yere kadar çok şükür). Bir istikameti tutturmamak nasıl bir şeydir anlamış değilim. Dünyaya gelip büyüyüp işe girip para kazanıp, aile kurup, yaşlanıp, emekli olup, ölmeye gelmiş ne kadar çok insan var değil mi? Cidden merak ediyorum, böyle amaçsız istikametsiz yaşayan insanları. Beceremese bile bir amacı, hedefi vardır insanın. Şahsen ortaokul son sınıfa kadar bir amacım filan yoktu. Notlar yerlerdeydi. (Gerçi gene yere yakın). Sonra fen lisesi sınavı diye bir şey duyduk da sonra çalışmaya başladık.
Çok ilginçtir, amaçsız olduğunu düşündüğüm adamlar arasında okulda çok iyi not alıp bir şekilde işe girip çalışanlar var. İyi veya kötü para kazanıyorlar , ama bu mudur yani? "E niye inekledin oğlum öyleyse" demezler mi adama? Çok iyi not almaya geceni gündüzüne niye kattın? "İyi işe girip para kazanmak için" diyene inanmam, klişe Bill Gates örneğiyle dalarım. Hırsa bak ya. Ulan nereye kadar gidersin bu hırsla.
Enerjimizi o kadar saçma sapan şeylere harcadığımızı gördükçe vallahi üzülüyorum. Toplumca böyleyiz. Bana esin kaynağı olan bir önceki yazıda da belirtildiği gibi, milleti sigaradan korumaya çalışan RTÜK "yengeye yan gözle bakma"yı neredeyse meşru hale getiren diziye ses çıkarmıyor, çıkaramıyor. Niye, sebebi belli. Neyse, yine sistem filan diyeceğim. Önceliklerini bilmeyen, belirleyemeyen ya da yanlış öncelikler edinen bireyler olarak ne güzel yuvarlanıp gidiyoruz.
İnsan bir yakını dünyadan göçüp gittiğinde daha bir düşünüyor bunları. Ölüme kızanlar var. Evet evet bildiğiniz kızmak. İnsanoğlu kendini öyle muktedir, öyle güçlü sanıyor ki gücünün yetmeyeceği şeye bile canını sıkıyor. Halbuki sınırlarını ve önceliklerini bilenler, her şey gibi ölümün de Allah'tan geldiğini hakkıyla biliyor ve sabrediyor.
Yaşamak kolay değil, herkes bunu söyler. Ama doğru bir istikamet dışındaki insanın hayatında çektiği zorluklar kişiye ödül olarak dönmüyor. Sonuçta teslim olan da olmayan da sıkıntı çekebiliyor fakat hakkıyla teslim olan enerjisini ve düşüncesini boşa harcamıyor, gereken yere naklediyor. Ne mutlu o insanlara.

7 Ocak 2010 Perşembe

Edep



Dünyada pişirdim bir gaflet aşım


Secdeden çekmeyeydim n’olaydı başım


Sorguya başladı musalla taşım


Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!



Ol Hakk’ın bağından çağrıldım bir gün


Yolunda giderken sandım bir düğün


Mezara varınca işittim bir ün


Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!



Akıl fikir ayrı düştü o’l tenden


Ol ruhum bile ürker oldu benden


Ey beni yaratan, hidayet senden


Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!



Ol kabir solmadan sıkmaya durdu


Zebaniler gelip gürzünü vurdu


Çok şükür Rabb’im hidayet virdi


Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!



Ol nazik tenim de döndü soğene


Hiç elâ gözlerim bakmaz cihane


Yedi gün sorguda kaldım divane


Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!



Kaldırdım kafamı sapmaya vurdum


Ruh cesetten ayrılmış kaçarken gördüm


Çok şükür Mevlâ’ya sualin verdim


Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!



Sağ yanımdan sekiz kapı açıldı


Hem türaba misk-i amber saçıldı


Yakasız yensiz hulleler biçildi


Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!



Dün akşam Konyamızca muteber bir hoca efendinin sohbetini dinledim edepten bahsediyordu kendisi, yolda yürürken dedi eskiden hanımlar beklerlerdi ki biz geçerdik şimdi ise biz hanımlardan kaçıyoruz ne kadar nahoş değil mi..


Haya iman'ın bir bölümüdür.. hayası olmayanın iman'ı yoktur.. diye ekledi..



Şöyle bir düşünüyorum bakıyorum da eskiden olanlar bizim jenerasyonumuza hiç yetişmediği için masal gibi geliyor. Yani hanımefendiler sokakta yürürken bizden kaçacaklarmış garip ..



Peki eskiden bu yana ne değişti yani tamam lafa gelince hiçbir şey eskisi gibi değil hiçbir şeyin eski tadı yok diyoruz ama mesela neden sokakta bayanlar bizden kaçacakken biz onlardan kaçar olduk şöyle bir düşündüğümde aklıma gelen şey aptal kutusu oldu. Özellikle uzun uğraşlar sonucu Müslümanların ahlakını bozacak şeyin televizyondan başka bir şey olamayıcağı kanaatine vardım şöyleki ;


En çok reyting alan programlar diziler şu anda, prime time denilen en çok tv izlenen saatlerde yayınlanan diziler.


Şöyle bir incelediğim zaman konularını, en çok tutanlardan birisinde adam amcasının eşiyle yasak aşk yaşıyor ya bilmemkimin romanıymışda diziye dökülmüşte gerçekte öz amcası değilmişte diye savunuyor dizinin sevenleri YAHU ALLAH(cc) aşkına ne olursa olsun bizim aile yapımız yetiştirilme tarzımız ahlakımız bu tarz bir şeye uygunmu? Yani ne olursa olsun adam orda evli bir kadınla yasak aşk yaşıyacak bizde ailecek izleyeceğiz bunu bu hafta ne olacak diye böyle saçmalık varmı yahu.. bir diğerine bakıyorum bir adam bir ailenin 3 kızıyla aşk yaşıyor bir diğeri öyle bir diğeri şöyle yani onca dizi var hiç birisi bizim aile yapımıza uygun değil.. sigara içenlerin sigaralarını mozaiklettiren anlayışın RTÜK ün burada nereye kaybolduğunu merak ediyorum. Şiddete yöneltiyor diye kurtlar vadisine binlerce tepki verildi ulan insanoğlu şiddete sigaraya yöneltene tepki verirken yengeye yöneltene tepkin nerde senin onu oturup ailecek izlemeyi biliyorsun aklın nerde senin yazıklar olsun senin düşünce tarzına!



“Girdim ilim meclisine
eyledim taleb
dediler ilim geride
illa edeb illa edeb..”



Edep o kadar önemli ki Yunus emre hazretlerinin bu dizeleri bize bunu anlatıyor.



“Hemen ilm-ü edeptir bil şerîat, dahî ilm-ü edeptir hep tarikat


Edep ilmiyle bulunur hakîkat, ne bilsün bî edep sırrı şeriat


Şeriattır edep hakka gidelim,cemali bâ kemale seyr edelim.”



Velhasılı kelam dostlar, demem odur ki bu aptal kutusundan biz, ailelerimiz kurtulmadıkça bizim düzelmemiz kendimize gelmemiz mümkün değil diye düşünüyorum.


Her halde Müslümansın, ya bu açıklık nedir?
Kadında iffet, namus en büyük hazinedir.
Binlerce kem gözlere tahammül edilir mi?
Hayasızlık yoluna medeniyet denir mi?
Medeniyet denerek kadın baştan çıkıyor.
Aslında açılmak, bir milleti yıkıyor.
Medeniyet; ahlaktır, namustur, fazilettir.
Çıplaklığa giden yol, en büyük cehalettir.
Sakın kanma kardeşim bu dinsizlik modası,


Seni aldatıyorlar mel’unlar kahrolası.
Biliyorum ben seni, kalbinde imanın var.
Sen İslam’da sebat et, varsın ayıplasınlar
Muvakkat bir alemde uyma nefsin şerrine,
Şeytanlara lanet et ,gir İslam’ın emrine…
Sen şuna emin ol ki, her güzellik sönecek,
Allah’ın yolunda olan ebediyen gülecek.
Plaj, balo yerine dön yüzünü kıbleye,
Sana yakışan budur, kapan artık secdeye.
Cennet gibi nimet var İslam’da sabredene,
İnsan asi olur mu, kendini halk edene?
Şayet nedir sorsan sokakta görülenler?
Birçok ardan nasipsiz, kıymetsiz, pespayeler.
Düşün kıymeti varsa herhangi bir nesnenin,
Sokağa attığını gördün mü hiç kimsenin?
Dışa dönüp aldanma kıymetler içerdedir.
Ne kadar süslü de olsa, boş kutu çöplüktedir!..
Kadında aranan şey ; namus ile imandır.
Seni açmak isteyen bundan üryan olandır.
Deme:”Herkes açılmış, zaman böyle istiyor!”
Bilirsin ki her nefis, kabre yalnız giriyor!..
Seni ayıplasa da şehvet bezirganları,
Asıl hesap gününde göreceksin onları,
Örtünmek hayadandır, haya ise imandan…
İmanı olmayan çok alçaktır hayvandan.
Seni soymak isteyen hainlere yüz çevir,
Zulüm fazla yaşamaz, geçecektir bu devir.
Sahipsizce başıboş gezenler neye yarar?
“Müslümanım” diyenler evinde neşe arar.
Nice masum iniler, girmesinler günaha..
İffetine sahip ol, açılma sen bir daha!...



Yâ Rabbî! Bize kereminle nazar kıl. Biz kullarından ancak hatâ sâdır olur. Yâ İlâhî! Senin rızkınla beslendik. Senin ihsân ve lütuflarına alıştık. Yâ Rabbî! Bizi bu dünyâda azîz kıldın. Öbür dünyâda da azîz kılmanı senden umarız. Azîz eden de sensin, zelîl eden de sensin. Senin azîz kıldığın kimse horluk görmez. Yâ İlâhî! İzzetin hakkı için beni zelîl etme ve günahlarımdan dolayı beni utandırma. Başıma benim gibisini musallat etme. Ukûbet çekeceksem, senin elinle olsun. Dünyâda en kötü şey, bir insanın kendisi gibi birisinden cefâ çekmesidir. Sa’di Şirazî

Bununla alakalı yazılar

Related Posts with Thumbnails