Tek yazarlı blogların oluşturduğu seviyesiz, kirli ve bencil ortamdan sıyrılarak çıkan PekiBlog, çok yazarlı yapısı, kozmopolit oluşumu ve bambaşka dünyalardan bambaşka yazılar/eleştiriler ile blog dünyasında yeni bir soluk...
23 Mart 2010 Salı
Yaz uykusundayım, uyanınca çağrı atıcam...
9 Mart 2010 Salı
5 dakka uykusu.
6 Mart 2010 Cumartesi
Zikir; Rahmani Temizlik Formülü
Büyüklerimiz (Allah(c.c.) onlardan razı olsun) hemen hemen her platformda bizlere Rabbimizin yasaklamış olduğu eylemlerden; günahlardan bahsedip, onlara karşı bizleri uyarıyorlar. Bizlerin, en küçüğünden bile aslandan kaçar gibi kaçmamızı emrediyorlar. Lakin insan olduğumuzu ve büyük/küçük bazı hatalara düştüğümüz zamanlarında olabileceğini ve bu durumlarda yapmamız gerekenleri de genişçe izah ediyorlar. Boyutları ne olursa olsun uyanık olmamız gerekirken gaflete düşüp günahları işlesek dahi, Rahman’ın mağfiretinin çok geniş olduğunu yeter ki Mevla’mızdan samimi davranışlar göstererek, ihlâs ile bağışlanma talep etmemiz gerektiğini birçok Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerif ile bizlere anlatıyorlar.
Şeytanın en kurnaz taktiklerinden biri olan; günah işlemeye sebep olduktan sonra birde üstüne “Sen bu günahtan sonra mı namaz kılacaksın?”, “Bu kadar günahı işle, bide kendini Müslüman say!” gibi birçok hassasiyet kılıklı, ince düşünme manzaralı kandırmacalar la, insanları içine düştüğü günaha iyice batırma taktiği dikkat edilmesi gerekilen bir tuzaktır. Allah-u Teâlâ rahmetiyle ve affıyla kullarını beklerken, şeytan sürekli Allah-u Teâlâ’nın cehennemini, azabını tehdit olarak göstererek aslında kurtulabileceğimiz günahlardan daha fazla etkilenmemize sebep olur.
Günahlardan büyük risk, günahlardan etkilenmemektir. Allah’a karşı edep dışı hareketleri basit görmediğimiz, hatalarda inatlaşmadığımız, olmamış sayıp kenara atmadığımız takdirde Rabbimizin rahmetiyle yarışacak değiliz. Herkesin bildiği bir Hadis-i Şerif’te yüz kişiyi öldüren birini samimi bir tövbe ettiği için affettiğini çokça duymuşuzdur. Ve diğer bir hadiste bir kediceğizi aç bırakan kadının cehennemlik bir iş yaptığı bildirilmiştir.
Kul hakkı dışında kalan tüm hatalarımızı, Gafur ve Rahim olan Allah (c.c.) ihlâs ile tövbe kapısına gittiğimizde affettiğini bildirmiştir. Ayrıca mümin kulları için Rabbimiz çeşitli davranışlarına bakarak onların haberi olmadan günahlarını döktüğünü de bizlere müjdelemektedir. Örneğin mümin bir çift evlenip bir aile kurduğunda, el ele tutuşmaları, göz göze bakmaları ile günahlarının döküleceğini güzel peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli rivayetlerle bizlere öğretmiştir. Bir diğer örnekte de, iki namaz arasındaki günahlarımızın temizlenmesinden haberdarız. Yani kul, belli gayretler içinde olduğu zaman Allah (c.c.) Hazretleri birçok temizleyiciler ile onları günah kirlerinden arındırmaktadır. Bugün sizlerle paylaşmak istediğim bir Hadis-i Şerif günah kirine karşı Rahmani bir formül içeriyor. Ebu Hureyre den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste, Peygamber Efendimiz sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor;
“Allah-u Teâlâ’nın, yollarda dolaşarak zikreden insanları araştıran melekleri vardır. Bir yerde Allah'ı zikreden bir topluluk buldukları zaman, birbirlerine; geliniz, işte sizin aradıklarınız burada diye çağırırlar. Melekler, onları dünya göğüne kadar kanatlarıyla sararlar. Rableri, onların durumunu meleklerden daha iyi bilmekle beraber, meleklere sorar: Kullarım ne diyorlar? Melekler: Seni teşbih ediyorlar, Seni tekbir ediyorlar, Sana hamdediyorlar, Seni temcid ediyorlar, diye cevap verirler. Hakk Teâlâ buyurur: Beni gördüler mi? Melekler: Hayır, vallahi Seni görmediler, derler. Allah-u Teâlâ: Beni görselerdi ne olurdu? Diye buyurur. Melekler: Eğer Seni görselerdi, Sana daha çok ibadet ederlerdi. Seni daha çok temcid ederlerdi, Sana daha çok hamdederlerdi, Seni daha çok teşbih ederlerdi, diye cevap verirler. Allah-u Teâlâ: Benden ne istiyorlar? Diye buyurur. Melekler: Senden cenneti istiyorlar, derler. Allah-u Teâlâ: Orayı gördüler mi? diye buyurur. Melekler: Hayır vallahi, ey Rabbimiz onlar orayı görmediler, derler. Hakk Teâlâ: Peki, onlar orayı görselerdi ne olurdu? Diye buyurur. Melekler: Orayı görselerdi, oraya kavuşma hırsları ve arzuları artardı, oraya olan rağbetleri ziyadeleşirdi, diye cevap verirler. Allah-u Teâlâ: Onlar neden sakınıyorlar? Diye buyurur. Melekler: Cehennemden, derler. Allah-u Teâlâ: Peki orayı gördüler mi? diye buyurur. Melekler: Hayır vallahi, ey Rabbimiz, onlar orayı görmediler, derler. Allah-u Teâlâ: Peki görselerdi nasıl olurdu?'diye buyurur. Melekler: Görselerdi ondan daha şiddetle sakınırlar oradan daha çok, çekinirlerdi, derler. O zaman Allah-u Teâlâ şöyle buyurur: Sizi şahit tutuyorum ki, Ben onları mağfiret eyledim. Bunun üzerine meleklerden biri: İçlerinde filanca var ki, o onlardan değil bir ihtiyaç için aralarına girmişti, der. Allah-u Teâlâ: Onlar bir meclisin adamlarıdır, içlerinden biri ayrı tutulamaz, buyurur." [Buhari, Müslim, Tirmizî]
Suphanallah! “İçlerindeki filanca”, bir menfaati bir ihtiyacı için orda bulunan filanca bile bu müthiş mağfiretten ayrı tutulmuyor. Rabbimiz bizleri ve tüm Müslümanları zikir meclislerine samimiyetle devam edenlerden eylesin. Hiç olmazsa ihtiyaç için aralarına girenlerden eylesin. Âmin.
1 Mart 2010 Pazartesi
Teyzeler.
27 Şubat 2010 Cumartesi
Bildik de ne oldu!
1990’lı yıllarla anılmaya başlanan ve akademik çevreler tarafından da kabul gören “bilgi çağı” tanımı her ne kadar yaşadığımız zaman dilimine yakıştırılmışsa da, “bildik de ne oldu!” diyenlerin pencerelerinden baktığımız da bilginin her çağda var olduğunu, bu çağında olsa olsa bilginin yayılmasındaki değişimden ötürü “bilişim çağı” diye adlandırılabileceğini anlıyoruz. Dinimize ait olan bilgilerde önceki çağlara nazaran çok daha hızlı yayılmakta, kitaplar her köşe başında temin edilebilir, bilgisayar ve hatta cep telefonlarından bile okunabilmektedir. Fakat “bildik de ne oldu” diyenlerin penceresine dönersek, dini bilgiler her çağda vardı ve her çağda da gereğini yapanlar aranmaktaydı. Gereğini yapmadığın sürece bilgi dolapta bekletilen reçete gibiydi. Hastanın derdine deva olması, o reçetenin gereğinin yapılmasıyla mümkündü.
Bizler de bugün her türlü dini bilgiye kolaycacık ulaşıp öğrenebilmekteyiz. Fakat bu bilgilerin sade bir bilgi olarak kaldığında herhangi bir faydasından söz etmek mümkün değildir. Filan olayın kıyamet alameti olarak bildirildiği bir Hadis-i Şerife ulaştığımız da bizlerden beklenen bu bilginin gereğini yapmak olmalıdır. Mesela; Kıyamete yakın zinanın yayılacağına dair bir bilgi, sık sık eyvah demeye teşvik için değil, kendimizi bu tehlikeye karşı korumak, tehlikenin önlenmesi için tedbirler almamız içindir.
Bu hafta, bilişim çağının bir nimeti olarak zahmetsiz bir şekilde kulağıma kadar gelen ve kıyamet alametlerinden bahsedilen bir Hadis-i Şerif’i sizlerle paylaşmak istedim. İnşallah ibret ve ikaz niteliğindeki bu ve buna benzer bilgiler bizlerin kötü sonuçlardan kurtulmasına vesile olur. Aksi takdirde Müslümanların, adeta kıyametten önce gelecek ön işaretleri -üç boyutlu film- izler gibi seyretmeleri, oyalanmaktan başka bir şey olmayacaktır.
“Kıyametin önü sıra tanıdık kimselere selam vermek adet olur. Ticaret meydan alır, o derece ki kadın erkeğine yardımcı olur. Akraba yoklamaları kalkar ve yalancı şahitler çıkar, gerçek şahitlik gizlenir, muharrirler (yazarlar) ise çoğalır.”
Hz. İbni Mes’ud(radi Allahu anhüma) [Ramûz el-Ehâdis 121/4]
Selamın bile Müslümanlar arasında ortak bir payda olmaktan çıktığı, kadınların işlerini bırakıp eşlerine yardım ettiği, sılayı rahimin unutulduğu, gerçeğin gizlenmesinde sakınca görülmediği ve medyanın güçlendiğini mucizevî bir şekilde bize bildiren Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi bize rehber olarak gönderen Yüce Rabbimiz, bize “gereğini yapmayı” nasip eylesin. Âmin.
21 Şubat 2010 Pazar
Hayatın şifresini arayanlar için cevap veriyorum...3
Kul için hiç olmaktan daha iyi hiçbir şey yoktur, ne zühd ne ilim ne de amel. Kul hiç olunca hep olur.
Bana kemlik edenler daima iyilikle yâd olsun,
Yıkanlar hatır-ı nâşâdımı ya Rabbi şâd olsun
Benim için nâ murad olsun diyenler, bermurad olsun.
19 Şubat 2010 Cuma
Miras ve Vâris
Yüce Rabbimiz (c.c.) ilk insan Âdem Aleyhisselam ile birlikte insanlara İslamı öğretmeleri için peygamberler gönderdi. Peygamber Efendimiz de (sallallahu Teala aleyhi ve sellem) bu nübüvvet halkasının sonuncusu olarak peygamberliği de götürerek ahirete intikal etti. Ancak nübüvvetin eseri olan dinin ve ilmin kıyamete kadar devam etmesi için vekiller tayin edildi. Bu vekiller Allah'ın (c.c.) dinini ve ilmini Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin izinden gidip son insana kadar taşıyacaklardı. Bunun için "Âlimler Peygamberlerin vârisleridir." ilkesi kondu.
İlk vârisler olan sahabi efendilerimiz bu mirasa en iyi şekilde layık oldular. Dört büyük halife devrinden sonra çıkan tüm iç ve dış karışıklıklara rağmen, kıt kanaat imkanlarıyla İslam'ı dünyanın önemli bir kısmına ulaştırdılar. Allah (c.c.) onlardan razı olsun.
Sadece ilimle meşgul olup, halktan uzak hayattan kopuk bir tavır sergilemediler. Siyaset gerektiğinde siyaset, dünyanın o zamanki süper güçleriyle savaşacakları zaman askeri birer deha oldular. İbadetten geri kalmadılar, zühd ve takvada insanlığa örnek oldular. Hiçbir sorun veya problem onların kimliğini bozamadı.
Sahabi Efendilerimizin neslinden sonra gelen tâbiin neslinden ve onlardan sonra bugünlere kadar gelen nesillerden de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin mirasına sahip çıkacak vârisler yetişti ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mirasının korunmasında bir sıkıntı oluşmadı. Bir sonraki kuşak da bir öncekinden İslamı ilk berraklığıyla teslim aldı. Kur'an-ı Kerim tek bir harfine varıncaya kadar korundu.
Fakat bu silsilede günümüze doğru ilerledikçe Ulemâ anlayışında önceki dönemlere göre farklılıklar oluştu. Yönetimler eliyle tehdit edilen veya iltifat ve ikramlarla satın alınan âlimler, susturulmaya başlandı. Ahiret kazancı olan ilimler, dünyalık kazanma vesilesine dönüştürülmeye başlandı. Konuştuğunu yapmayan, yapamayacağını konuşan âlimler oldu. Özellikle çağımızda gelişen teknoloji ve iletişim sayesinde binlerce âlimle tanıştık. Ancak Allah (c.c.) Teala Hazretlerinin rızasını isteyen, başka hiçbir şeyde gözü olmayan isimler bu binlerin içinde yüzü bulurmu bilemem.Rasullullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizde gördüğümüz geniş kapsamlılığı büyük oranda varislerinde de görüyoruz. Her ne kadar onları anlayabilme kabiliyetimiz olmasa da; aklımızın erdiğince, dilimizin döndüğünce onların ciltler dolusu anlatılabilecek hayatlarından ufak kesitleri bu sayfadan onların affına sığınarak, yine diğer âlimlerden duyduğumuz, okuduğumuz şekliyle sizlerle paylaşmaya çalışacağız. Allah (c.c.) sayılarını artırsın. Bizleri onlara bağışlasın. Amin.
15 Şubat 2010 Pazartesi
Su damlası.
14 Şubat 2010 Pazar
Çağın oyuncağı oyuncaklıktan çıkıyor!!!
9 Şubat 2010 Salı
Bilmeyenler de Öğrensin - Dropbox
Unutmadan, iphonecuları da unutmamışlar. Hadi gene iyisiniz.
7 Şubat 2010 Pazar
O kutuplardan basık, ekvatordan şişkince değil miydi?
6 Şubat 2010 Cumartesi
Birol Yayla - Aziz Şenol Filiz
Yansımalar'ı bir çok kişi duymuştur, hatta farkında olmadan dinlemiştir; fon müziği olarak kullanıldığından. Bu abilerin o kadar güzel ve değişik parçaları vardır ki, kime en beğendiğiniz 10 yansımalar parçasını sayın desem, herhalde ortalama 2-3 ortak parça çıkar. Kimle konuşsam farklı bir parçasını beğenmiş. Artık nasıl bir yelpaze oluşturmuşlarsa adamlar.
Bir de bu abilerin Yansımalar haricinde bir takım albümleri de bulunmaktadır ki, bence Mızrabın Nefesi albümü bir şaheserdir ve yazının asıl amacı budur. Hele bu albümde bir acemaşiran peşrevi (yani acemaşiran makamında mevlevi ayininin girişi denebilir ) vardır ki buradan bir kısmı dinlenebilir. Sitede pek de güzel anlatmışlar albümün ne amaçladığını. Ayrıca diğer parçaların da örnek kısımları sitede mevcut bir bakayım diyenlere. Ama tamamını dinlemeyen klasik Türk müziği takipçileri çok şey kaybeder.
4 Şubat 2010 Perşembe
Avatar
Daha önce hakkında atıp tuttuğumuz Avatar'ı izledik dün. 5 kişiydik, daha bi eğlenceli oldu haliyle. İlk defa 3 boyutlu film izliyor olmamı gözönünde bulundurun okurken. Filmin görselliğine diyecek laf yok 10 üzerinden 11. (mesela burada gözönünde bulundurma işlemini devreye sokabilirsiniz)
Konu ise 10 üzerinden 6.5 tir bence. O da keçinin bol olduğu yerde olması sayesinde. Son zamanlarda pek de sağlam konuların çıkmadığı holivud en son Dark Knight ve Disrict 9 ile "çok bilinen konuyu iyi işleme" başarısını göstermişti. Bu o kadar olmasa da onlara yaklaştı. Daha en başından "bu ceyk albayla filmin sonunda kapışır" demiştim, tuttu. Ceyk'in iyi adamların tarafına geçeceği zaten belliydi. Ayrıca albayın tipi "ben kötü adamım" diye bas bas bağırıyordu. Gene seçilmiş adam geyiği vardı.
Ceyk'in Filmde gaza getirici sahneler de boldu. ( IMAX etkilerini de gözönüne alın)
Bi adam bu kadar mı belli eder arkadaş kötü adam olduğunu.
Neytiri hanım da güzel olmuş, Haldun Üstünel ve bir kutu çikolatayla istemeye gidilebilir. Daha önceki yazıda da belirttiğim üzere ben konuya değil, tasarımlara takıldım. Filmi izledikten sonra da kanaatim güçlendi. İyi tasarlamışlar adamlar. Tasarımda raklılık beğeni grafiğini tam tepeden yakalamışlar. Daha önce de gördüğümüz dünya tasarlamaca işlerinin içinde en iyisi buydu. Bir çok kişinin beğeneceği, uçlarda olmayan bir dünya Pandora. Yalnız bu tasarlama işlerinin sonunun "Tanrıyı oynama" dürtüsünü ateşleme ihtimalinden korkuyorum. Avatar bu konuda bir devrim olabilir. Nitekim şimdiye kadar yapılanların en ciddiye alınabiliri.
Unutmadan; fotoğrafınıza göre avatarınızı çizen program, site vb. şeylere hazırlıklı olun, ya da çoktan yapılmıştır bunlar da ben bilmiyorumdur.
1 Şubat 2010 Pazartesi
Selim-kanka.
25 Ocak 2010 Pazartesi
Görevimiz ilhami.
20 Ocak 2010 Çarşamba
Gıriinpiis nerdesin yavrucum
19 Ocak 2010 Salı
Sherlock Homes ve Cani Sinemanın Edebiyata Kastı Giriş
Öncelikle yukarıda bahsettiğim Robert Downey Jr.'ın uyumsuzluğunu bir vurgulayım. İlk Sherlock Holmes hikayesi olan Kızıl Dosya'da anılarını anlatan Dr. Watson Holmes'u 1,80'den uzun ve zayıf olarak anlatır. O dönemdeki bir çok Holmes ilustrasyonunda da bu böyle resmedilmiştir ayrıca Holmes kısa ve az saçlıdır. Robert Downey Jr.'n ne saçı ne de başı Sherlock'la alakalı. Adam 1.74 ve Demir Adam filmlerinde bir kas yığınına çevrilmiş. Üstelik saçı uzun ve dağınık. Ayrıca Holmes'un hayali evi 221B Baker Street civarındaki ve yazarı A. C. Doyle'un memleketi Picardy Place'deki heykellerindeki şapkası filmde uçurulmuş. Üstelik Downey jr. ne kadar iyi bir oyuncu olsa da çakma İngiliz aksanı İngiltere'nin öz evladı Holmes'e hiç yakışmamış. Biraz daha karakterlerden gidersek, Holmes'un tek aşkı soprano Irene Adler bir Mata Hari'ye, hikayelerin anlatıcısı olan Dr. Watson ise bir yancıya, bir wingman'e dönüştürülmüş. Ama asıl dönüşüm hikayenin kendisinde. Tarihin belki de ilk CSI'yı olan Holmes
şiddet meraklısı kavgacı bir adama dönüşmüş. Dr. Watson'ın "iyi sopa kullanır, ayrıca boksuda iyidir" betimlemeleri, karate filmelerinden çıkma sopa dövüşlerine ve Cage fighting'in atası olan bazı uygulamalara dönüştürülmüş. Yani film günümüz hollywood aksiyonlarına yaklaşmak için elinden geleni ardına koymamış. Bu arada olan tabii ki Holmes'e olmuş ve bir neslin kurnaz dedektifi hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Bu kesinlikle yeni bir durum değil. Sinemacılar daha film çekmeye başladıkları ilk günden beri edebiyatı ve tarihi istedikleri gibi değiştirmekte herhangibir yanlışlık görmediler. T. E. Lawrence yada daha bilinen adıyla Arabistanlı Lawrence, koyu tenli, kısa boylu bir adam olarak betimlenmeisne rağmen Peter O'Toole, Ian Mckellen ve Ralph Fiennes hep 1.80üstü adamlar tarafından canlandırılmıştır. William Thackeray'in Vanity Fair'inde Becky Sharp karakteri Amerikalı Reese Witherspoon'a, Bir Geyşa'nın anılarındaki Japon kızı da bir Çinli'ye nasip olmuştur. Daha da sayardım ama öteki yazılara da birşeyler kalsın diyor ve burada bir nokta koyuyorum(.)
18 Ocak 2010 Pazartesi
Penaltı noktasında tavşan.
17 Ocak 2010 Pazar
3-5 filan işte
16 Ocak 2010 Cumartesi
PeKi
Bir animede bu sahneyi gördüm, Ezel dizisindeki Ali gibi "nooluyo lan" dedim. Hadi arkalarda filan görsem neyse de, adamın gözünün içine soka soka gösterince tuhaf oldu.
Bir ara bu anime hakkında yazayım dedim, vazgeçtim, boşverin, izlemediyseniz, izlemeyin. Kafanız karışık değilse, "ben dünya olayını çözdüm abi" diyorsanız izlemenize gerek de yok zaten. Gerçi anime konusunda uzman adamlar varken bize söz düşmez.
Not: bu yazı sıra savma yazısı değildir. Umuyorum ki Çarşamba veya Perşembe açığı kapayacağız.
12 Ocak 2010 Salı
Zamanı Geldi
10 Ocak 2010 Pazar
Download çubuğu.
"Çağın oyuncağı"na yakışır bir uygulama-Sleep Cycle
8 Ocak 2010 Cuma
İstikamet?
Çok ilginçtir, amaçsız olduğunu düşündüğüm adamlar arasında okulda çok iyi not alıp bir şekilde işe girip çalışanlar var. İyi veya kötü para kazanıyorlar , ama bu mudur yani? "E niye inekledin oğlum öyleyse" demezler mi adama? Çok iyi not almaya geceni gündüzüne niye kattın? "İyi işe girip para kazanmak için" diyene inanmam, klişe Bill Gates örneğiyle dalarım. Hırsa bak ya. Ulan nereye kadar gidersin bu hırsla.
Enerjimizi o kadar saçma sapan şeylere harcadığımızı gördükçe vallahi üzülüyorum. Toplumca böyleyiz. Bana esin kaynağı olan bir önceki yazıda da belirtildiği gibi, milleti sigaradan korumaya çalışan RTÜK "yengeye yan gözle bakma"yı neredeyse meşru hale getiren diziye ses çıkarmıyor, çıkaramıyor. Niye, sebebi belli. Neyse, yine sistem filan diyeceğim. Önceliklerini bilmeyen, belirleyemeyen ya da yanlış öncelikler edinen bireyler olarak ne güzel yuvarlanıp gidiyoruz.
İnsan bir yakını dünyadan göçüp gittiğinde daha bir düşünüyor bunları. Ölüme kızanlar var. Evet evet bildiğiniz kızmak. İnsanoğlu kendini öyle muktedir, öyle güçlü sanıyor ki gücünün yetmeyeceği şeye bile canını sıkıyor. Halbuki sınırlarını ve önceliklerini bilenler, her şey gibi ölümün de Allah'tan geldiğini hakkıyla biliyor ve sabrediyor.
Yaşamak kolay değil, herkes bunu söyler. Ama doğru bir istikamet dışındaki insanın hayatında çektiği zorluklar kişiye ödül olarak dönmüyor. Sonuçta teslim olan da olmayan da sıkıntı çekebiliyor fakat hakkıyla teslim olan enerjisini ve düşüncesini boşa harcamıyor, gereken yere naklediyor. Ne mutlu o insanlara.
7 Ocak 2010 Perşembe
Edep
Dünyada pişirdim bir gaflet aşım
Secdeden çekmeyeydim n’olaydı başım
Sorguya başladı musalla taşım
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!
Ol Hakk’ın bağından çağrıldım bir gün
Yolunda giderken sandım bir düğün
Mezara varınca işittim bir ün
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!
Akıl fikir ayrı düştü o’l tenden
Ol ruhum bile ürker oldu benden
Ey beni yaratan, hidayet senden
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!
Ol kabir solmadan sıkmaya durdu
Zebaniler gelip gürzünü vurdu
Çok şükür Rabb’im hidayet virdi
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!
Ol nazik tenim de döndü soğene
Hiç elâ gözlerim bakmaz cihane
Yedi gün sorguda kaldım divane
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!
Kaldırdım kafamı sapmaya vurdum
Ruh cesetten ayrılmış kaçarken gördüm
Çok şükür Mevlâ’ya sualin verdim
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!
Sağ yanımdan sekiz kapı açıldı
Hem türaba misk-i amber saçıldı
Yakasız yensiz hulleler biçildi
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!
Dün akşam Konyamızca muteber bir hoca efendinin sohbetini dinledim edepten bahsediyordu kendisi, yolda yürürken dedi eskiden hanımlar beklerlerdi ki biz geçerdik şimdi ise biz hanımlardan kaçıyoruz ne kadar nahoş değil mi..
Haya iman'ın bir bölümüdür.. hayası olmayanın iman'ı yoktur.. diye ekledi..
Şöyle bir düşünüyorum bakıyorum da eskiden olanlar bizim jenerasyonumuza hiç yetişmediği için masal gibi geliyor. Yani hanımefendiler sokakta yürürken bizden kaçacaklarmış garip ..
Peki eskiden bu yana ne değişti yani tamam lafa gelince hiçbir şey eskisi gibi değil hiçbir şeyin eski tadı yok diyoruz ama mesela neden sokakta bayanlar bizden kaçacakken biz onlardan kaçar olduk şöyle bir düşündüğümde aklıma gelen şey aptal kutusu oldu. Özellikle uzun uğraşlar sonucu Müslümanların ahlakını bozacak şeyin televizyondan başka bir şey olamayıcağı kanaatine vardım şöyleki ;
En çok reyting alan programlar diziler şu anda, prime time denilen en çok tv izlenen saatlerde yayınlanan diziler.
Şöyle bir incelediğim zaman konularını, en çok tutanlardan birisinde adam amcasının eşiyle yasak aşk yaşıyor ya bilmemkimin romanıymışda diziye dökülmüşte gerçekte öz amcası değilmişte diye savunuyor dizinin sevenleri YAHU ALLAH(cc) aşkına ne olursa olsun bizim aile yapımız yetiştirilme tarzımız ahlakımız bu tarz bir şeye uygunmu? Yani ne olursa olsun adam orda evli bir kadınla yasak aşk yaşıyacak bizde ailecek izleyeceğiz bunu bu hafta ne olacak diye böyle saçmalık varmı yahu.. bir diğerine bakıyorum bir adam bir ailenin 3 kızıyla aşk yaşıyor bir diğeri öyle bir diğeri şöyle yani onca dizi var hiç birisi bizim aile yapımıza uygun değil.. sigara içenlerin sigaralarını mozaiklettiren anlayışın RTÜK ün burada nereye kaybolduğunu merak ediyorum. Şiddete yöneltiyor diye kurtlar vadisine binlerce tepki verildi ulan insanoğlu şiddete sigaraya yöneltene tepki verirken yengeye yöneltene tepkin nerde senin onu oturup ailecek izlemeyi biliyorsun aklın nerde senin yazıklar olsun senin düşünce tarzına!
“Girdim ilim meclisine
eyledim taleb
dediler ilim geride
illa edeb illa edeb..”
Edep o kadar önemli ki Yunus emre hazretlerinin bu dizeleri bize bunu anlatıyor.
“Hemen ilm-ü edeptir bil şerîat, dahî ilm-ü edeptir hep tarikat
Edep ilmiyle bulunur hakîkat, ne bilsün bî edep sırrı şeriat
Şeriattır edep hakka gidelim,cemali bâ kemale seyr edelim.”
Velhasılı kelam dostlar, demem odur ki bu aptal kutusundan biz, ailelerimiz kurtulmadıkça bizim düzelmemiz kendimize gelmemiz mümkün değil diye düşünüyorum.
Her halde Müslümansın, ya bu açıklık nedir?
Kadında iffet, namus en büyük hazinedir.
Binlerce kem gözlere tahammül edilir mi?
Hayasızlık yoluna medeniyet denir mi?
Medeniyet denerek kadın baştan çıkıyor.
Aslında açılmak, bir milleti yıkıyor.
Medeniyet; ahlaktır, namustur, fazilettir.
Çıplaklığa giden yol, en büyük cehalettir.
Sakın kanma kardeşim bu dinsizlik modası,
Seni aldatıyorlar mel’unlar kahrolası.
Biliyorum ben seni, kalbinde imanın var.
Sen İslam’da sebat et, varsın ayıplasınlar
Muvakkat bir alemde uyma nefsin şerrine,
Şeytanlara lanet et ,gir İslam’ın emrine…
Sen şuna emin ol ki, her güzellik sönecek,
Allah’ın yolunda olan ebediyen gülecek.
Plaj, balo yerine dön yüzünü kıbleye,
Sana yakışan budur, kapan artık secdeye.
Cennet gibi nimet var İslam’da sabredene,
İnsan asi olur mu, kendini halk edene?
Şayet nedir sorsan sokakta görülenler?
Birçok ardan nasipsiz, kıymetsiz, pespayeler.
Düşün kıymeti varsa herhangi bir nesnenin,
Sokağa attığını gördün mü hiç kimsenin?
Dışa dönüp aldanma kıymetler içerdedir.
Ne kadar süslü de olsa, boş kutu çöplüktedir!..
Kadında aranan şey ; namus ile imandır.
Seni açmak isteyen bundan üryan olandır.
Deme:”Herkes açılmış, zaman böyle istiyor!”
Bilirsin ki her nefis, kabre yalnız giriyor!..
Seni ayıplasa da şehvet bezirganları,
Asıl hesap gününde göreceksin onları,
Örtünmek hayadandır, haya ise imandan…
İmanı olmayan çok alçaktır hayvandan.
Seni soymak isteyen hainlere yüz çevir,
Zulüm fazla yaşamaz, geçecektir bu devir.
Sahipsizce başıboş gezenler neye yarar?
“Müslümanım” diyenler evinde neşe arar.
Nice masum iniler, girmesinler günaha..
İffetine sahip ol, açılma sen bir daha!...
Yâ Rabbî! Bize kereminle nazar kıl. Biz kullarından ancak hatâ sâdır olur. Yâ İlâhî! Senin rızkınla beslendik. Senin ihsân ve lütuflarına alıştık. Yâ Rabbî! Bizi bu dünyâda azîz kıldın. Öbür dünyâda da azîz kılmanı senden umarız. Azîz eden de sensin, zelîl eden de sensin. Senin azîz kıldığın kimse horluk görmez. Yâ İlâhî! İzzetin hakkı için beni zelîl etme ve günahlarımdan dolayı beni utandırma. Başıma benim gibisini musallat etme. Ukûbet çekeceksem, senin elinle olsun. Dünyâda en kötü şey, bir insanın kendisi gibi birisinden cefâ çekmesidir. Sa’di Şirazî