Tek yazarlı blogların oluşturduğu seviyesiz, kirli ve bencil ortamdan sıyrılarak çıkan PekiBlog, çok yazarlı yapısı, kozmopolit oluşumu ve bambaşka dünyalardan bambaşka yazılar/eleştiriler ile blog dünyasında yeni bir soluk...
25 Ocak 2010 Pazartesi
Görevimiz ilhami.
20 Ocak 2010 Çarşamba
Gıriinpiis nerdesin yavrucum
19 Ocak 2010 Salı
Sherlock Homes ve Cani Sinemanın Edebiyata Kastı Giriş
Öncelikle yukarıda bahsettiğim Robert Downey Jr.'ın uyumsuzluğunu bir vurgulayım. İlk Sherlock Holmes hikayesi olan Kızıl Dosya'da anılarını anlatan Dr. Watson Holmes'u 1,80'den uzun ve zayıf olarak anlatır. O dönemdeki bir çok Holmes ilustrasyonunda da bu böyle resmedilmiştir ayrıca Holmes kısa ve az saçlıdır. Robert Downey Jr.'n ne saçı ne de başı Sherlock'la alakalı. Adam 1.74 ve Demir Adam filmlerinde bir kas yığınına çevrilmiş. Üstelik saçı uzun ve dağınık. Ayrıca Holmes'un hayali evi 221B Baker Street civarındaki ve yazarı A. C. Doyle'un memleketi Picardy Place'deki heykellerindeki şapkası filmde uçurulmuş. Üstelik Downey jr. ne kadar iyi bir oyuncu olsa da çakma İngiliz aksanı İngiltere'nin öz evladı Holmes'e hiç yakışmamış. Biraz daha karakterlerden gidersek, Holmes'un tek aşkı soprano Irene Adler bir Mata Hari'ye, hikayelerin anlatıcısı olan Dr. Watson ise bir yancıya, bir wingman'e dönüştürülmüş. Ama asıl dönüşüm hikayenin kendisinde. Tarihin belki de ilk CSI'yı olan Holmes
şiddet meraklısı kavgacı bir adama dönüşmüş. Dr. Watson'ın "iyi sopa kullanır, ayrıca boksuda iyidir" betimlemeleri, karate filmelerinden çıkma sopa dövüşlerine ve Cage fighting'in atası olan bazı uygulamalara dönüştürülmüş. Yani film günümüz hollywood aksiyonlarına yaklaşmak için elinden geleni ardına koymamış. Bu arada olan tabii ki Holmes'e olmuş ve bir neslin kurnaz dedektifi hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Bu kesinlikle yeni bir durum değil. Sinemacılar daha film çekmeye başladıkları ilk günden beri edebiyatı ve tarihi istedikleri gibi değiştirmekte herhangibir yanlışlık görmediler. T. E. Lawrence yada daha bilinen adıyla Arabistanlı Lawrence, koyu tenli, kısa boylu bir adam olarak betimlenmeisne rağmen Peter O'Toole, Ian Mckellen ve Ralph Fiennes hep 1.80üstü adamlar tarafından canlandırılmıştır. William Thackeray'in Vanity Fair'inde Becky Sharp karakteri Amerikalı Reese Witherspoon'a, Bir Geyşa'nın anılarındaki Japon kızı da bir Çinli'ye nasip olmuştur. Daha da sayardım ama öteki yazılara da birşeyler kalsın diyor ve burada bir nokta koyuyorum(.)
18 Ocak 2010 Pazartesi
Penaltı noktasında tavşan.
17 Ocak 2010 Pazar
3-5 filan işte
16 Ocak 2010 Cumartesi
PeKi
Bir animede bu sahneyi gördüm, Ezel dizisindeki Ali gibi "nooluyo lan" dedim. Hadi arkalarda filan görsem neyse de, adamın gözünün içine soka soka gösterince tuhaf oldu.
Bir ara bu anime hakkında yazayım dedim, vazgeçtim, boşverin, izlemediyseniz, izlemeyin. Kafanız karışık değilse, "ben dünya olayını çözdüm abi" diyorsanız izlemenize gerek de yok zaten. Gerçi anime konusunda uzman adamlar varken bize söz düşmez.
Not: bu yazı sıra savma yazısı değildir. Umuyorum ki Çarşamba veya Perşembe açığı kapayacağız.
12 Ocak 2010 Salı
Zamanı Geldi
10 Ocak 2010 Pazar
Download çubuğu.
"Çağın oyuncağı"na yakışır bir uygulama-Sleep Cycle
8 Ocak 2010 Cuma
İstikamet?
Çok ilginçtir, amaçsız olduğunu düşündüğüm adamlar arasında okulda çok iyi not alıp bir şekilde işe girip çalışanlar var. İyi veya kötü para kazanıyorlar , ama bu mudur yani? "E niye inekledin oğlum öyleyse" demezler mi adama? Çok iyi not almaya geceni gündüzüne niye kattın? "İyi işe girip para kazanmak için" diyene inanmam, klişe Bill Gates örneğiyle dalarım. Hırsa bak ya. Ulan nereye kadar gidersin bu hırsla.
Enerjimizi o kadar saçma sapan şeylere harcadığımızı gördükçe vallahi üzülüyorum. Toplumca böyleyiz. Bana esin kaynağı olan bir önceki yazıda da belirtildiği gibi, milleti sigaradan korumaya çalışan RTÜK "yengeye yan gözle bakma"yı neredeyse meşru hale getiren diziye ses çıkarmıyor, çıkaramıyor. Niye, sebebi belli. Neyse, yine sistem filan diyeceğim. Önceliklerini bilmeyen, belirleyemeyen ya da yanlış öncelikler edinen bireyler olarak ne güzel yuvarlanıp gidiyoruz.
İnsan bir yakını dünyadan göçüp gittiğinde daha bir düşünüyor bunları. Ölüme kızanlar var. Evet evet bildiğiniz kızmak. İnsanoğlu kendini öyle muktedir, öyle güçlü sanıyor ki gücünün yetmeyeceği şeye bile canını sıkıyor. Halbuki sınırlarını ve önceliklerini bilenler, her şey gibi ölümün de Allah'tan geldiğini hakkıyla biliyor ve sabrediyor.
Yaşamak kolay değil, herkes bunu söyler. Ama doğru bir istikamet dışındaki insanın hayatında çektiği zorluklar kişiye ödül olarak dönmüyor. Sonuçta teslim olan da olmayan da sıkıntı çekebiliyor fakat hakkıyla teslim olan enerjisini ve düşüncesini boşa harcamıyor, gereken yere naklediyor. Ne mutlu o insanlara.
7 Ocak 2010 Perşembe
Edep
Dünyada pişirdim bir gaflet aşım
Secdeden çekmeyeydim n’olaydı başım
Sorguya başladı musalla taşım
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!
Ol Hakk’ın bağından çağrıldım bir gün
Yolunda giderken sandım bir düğün
Mezara varınca işittim bir ün
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!
Akıl fikir ayrı düştü o’l tenden
Ol ruhum bile ürker oldu benden
Ey beni yaratan, hidayet senden
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!
Ol kabir solmadan sıkmaya durdu
Zebaniler gelip gürzünü vurdu
Çok şükür Rabb’im hidayet virdi
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!
Ol nazik tenim de döndü soğene
Hiç elâ gözlerim bakmaz cihane
Yedi gün sorguda kaldım divane
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!
Kaldırdım kafamı sapmaya vurdum
Ruh cesetten ayrılmış kaçarken gördüm
Çok şükür Mevlâ’ya sualin verdim
Ben Rabbimi bilmez miyim ya melek!
Sağ yanımdan sekiz kapı açıldı
Hem türaba misk-i amber saçıldı
Yakasız yensiz hulleler biçildi
Ben Rabb’imi bilmez miyim ya melek!
Dün akşam Konyamızca muteber bir hoca efendinin sohbetini dinledim edepten bahsediyordu kendisi, yolda yürürken dedi eskiden hanımlar beklerlerdi ki biz geçerdik şimdi ise biz hanımlardan kaçıyoruz ne kadar nahoş değil mi..
Haya iman'ın bir bölümüdür.. hayası olmayanın iman'ı yoktur.. diye ekledi..
Şöyle bir düşünüyorum bakıyorum da eskiden olanlar bizim jenerasyonumuza hiç yetişmediği için masal gibi geliyor. Yani hanımefendiler sokakta yürürken bizden kaçacaklarmış garip ..
Peki eskiden bu yana ne değişti yani tamam lafa gelince hiçbir şey eskisi gibi değil hiçbir şeyin eski tadı yok diyoruz ama mesela neden sokakta bayanlar bizden kaçacakken biz onlardan kaçar olduk şöyle bir düşündüğümde aklıma gelen şey aptal kutusu oldu. Özellikle uzun uğraşlar sonucu Müslümanların ahlakını bozacak şeyin televizyondan başka bir şey olamayıcağı kanaatine vardım şöyleki ;
En çok reyting alan programlar diziler şu anda, prime time denilen en çok tv izlenen saatlerde yayınlanan diziler.
Şöyle bir incelediğim zaman konularını, en çok tutanlardan birisinde adam amcasının eşiyle yasak aşk yaşıyor ya bilmemkimin romanıymışda diziye dökülmüşte gerçekte öz amcası değilmişte diye savunuyor dizinin sevenleri YAHU ALLAH(cc) aşkına ne olursa olsun bizim aile yapımız yetiştirilme tarzımız ahlakımız bu tarz bir şeye uygunmu? Yani ne olursa olsun adam orda evli bir kadınla yasak aşk yaşıyacak bizde ailecek izleyeceğiz bunu bu hafta ne olacak diye böyle saçmalık varmı yahu.. bir diğerine bakıyorum bir adam bir ailenin 3 kızıyla aşk yaşıyor bir diğeri öyle bir diğeri şöyle yani onca dizi var hiç birisi bizim aile yapımıza uygun değil.. sigara içenlerin sigaralarını mozaiklettiren anlayışın RTÜK ün burada nereye kaybolduğunu merak ediyorum. Şiddete yöneltiyor diye kurtlar vadisine binlerce tepki verildi ulan insanoğlu şiddete sigaraya yöneltene tepki verirken yengeye yöneltene tepkin nerde senin onu oturup ailecek izlemeyi biliyorsun aklın nerde senin yazıklar olsun senin düşünce tarzına!
“Girdim ilim meclisine
eyledim taleb
dediler ilim geride
illa edeb illa edeb..”
Edep o kadar önemli ki Yunus emre hazretlerinin bu dizeleri bize bunu anlatıyor.
“Hemen ilm-ü edeptir bil şerîat, dahî ilm-ü edeptir hep tarikat
Edep ilmiyle bulunur hakîkat, ne bilsün bî edep sırrı şeriat
Şeriattır edep hakka gidelim,cemali bâ kemale seyr edelim.”
Velhasılı kelam dostlar, demem odur ki bu aptal kutusundan biz, ailelerimiz kurtulmadıkça bizim düzelmemiz kendimize gelmemiz mümkün değil diye düşünüyorum.
Her halde Müslümansın, ya bu açıklık nedir?
Kadında iffet, namus en büyük hazinedir.
Binlerce kem gözlere tahammül edilir mi?
Hayasızlık yoluna medeniyet denir mi?
Medeniyet denerek kadın baştan çıkıyor.
Aslında açılmak, bir milleti yıkıyor.
Medeniyet; ahlaktır, namustur, fazilettir.
Çıplaklığa giden yol, en büyük cehalettir.
Sakın kanma kardeşim bu dinsizlik modası,
Seni aldatıyorlar mel’unlar kahrolası.
Biliyorum ben seni, kalbinde imanın var.
Sen İslam’da sebat et, varsın ayıplasınlar
Muvakkat bir alemde uyma nefsin şerrine,
Şeytanlara lanet et ,gir İslam’ın emrine…
Sen şuna emin ol ki, her güzellik sönecek,
Allah’ın yolunda olan ebediyen gülecek.
Plaj, balo yerine dön yüzünü kıbleye,
Sana yakışan budur, kapan artık secdeye.
Cennet gibi nimet var İslam’da sabredene,
İnsan asi olur mu, kendini halk edene?
Şayet nedir sorsan sokakta görülenler?
Birçok ardan nasipsiz, kıymetsiz, pespayeler.
Düşün kıymeti varsa herhangi bir nesnenin,
Sokağa attığını gördün mü hiç kimsenin?
Dışa dönüp aldanma kıymetler içerdedir.
Ne kadar süslü de olsa, boş kutu çöplüktedir!..
Kadında aranan şey ; namus ile imandır.
Seni açmak isteyen bundan üryan olandır.
Deme:”Herkes açılmış, zaman böyle istiyor!”
Bilirsin ki her nefis, kabre yalnız giriyor!..
Seni ayıplasa da şehvet bezirganları,
Asıl hesap gününde göreceksin onları,
Örtünmek hayadandır, haya ise imandan…
İmanı olmayan çok alçaktır hayvandan.
Seni soymak isteyen hainlere yüz çevir,
Zulüm fazla yaşamaz, geçecektir bu devir.
Sahipsizce başıboş gezenler neye yarar?
“Müslümanım” diyenler evinde neşe arar.
Nice masum iniler, girmesinler günaha..
İffetine sahip ol, açılma sen bir daha!...
Yâ Rabbî! Bize kereminle nazar kıl. Biz kullarından ancak hatâ sâdır olur. Yâ İlâhî! Senin rızkınla beslendik. Senin ihsân ve lütuflarına alıştık. Yâ Rabbî! Bizi bu dünyâda azîz kıldın. Öbür dünyâda da azîz kılmanı senden umarız. Azîz eden de sensin, zelîl eden de sensin. Senin azîz kıldığın kimse horluk görmez. Yâ İlâhî! İzzetin hakkı için beni zelîl etme ve günahlarımdan dolayı beni utandırma. Başıma benim gibisini musallat etme. Ukûbet çekeceksem, senin elinle olsun. Dünyâda en kötü şey, bir insanın kendisi gibi birisinden cefâ çekmesidir. Sa’di Şirazî
5 Ocak 2010 Salı
Beni ve Kendini Yakan Sezen Abla (!)
Bir kıvılcım yeter ben hazırım bak
İster öp ister okşa istersen öldür
Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk
Seni içime çektim bir nefeste
Yüreğim tutuştu göğsüm kafeste
Yanacağız ikimizde ateşte
Bir kıvılcım yeter ben hazırım bak
Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk
Beni yor hasretinle sevginle yor
Sevgisizlik ayrılıktan daha zor
Dilediğin kadar acıt canımı
Yokluğun da varlığın da yetmiyor
İmam Gazali Hazretleri "Musiki aşığın aşkını, fasığın fıskını artırır" demiş. Bu düsturdan hareketle biz de musikinin aşk artımına nasıl sebep olduğunu anlatmakta yarar gördük.
Yukarıdaki şiirimsi dörtlükler sezen abla nın kaleminden çıkmış, birçok sanatçı da bunu yorumlamış (bkz:Duman amca vs). Dinleyenler her ne kadar bu sözleri şarkı ayarında dinleseler de, bu sözlerin içinde bile çok derin manalar yatıyor (erbabı aşk için)
[Bu sözlerimden benim erbabı aşk olduğum çıkarılmamalıdır. Bilmek güzel uygulayabilmek manasına gelmez. bkz: Fatih Terim güzel futbol biliyor ama oynayamıyor]
İlk dörtlükteki "beni yak kendini yak herşeyi yak" isteği müridin, hocasına bir yalvarışı, ihvanda yok olma, hocasında yok olma, Resulullah (sav) da yok olma ve makamların sondan 1 öncesi olan fenafillaha olan arzusunu dile getirmektedir. Zira burada kendi, hocası ve kalan herşeyin yok olması isteniyor. Bu mertebeler kademe kademe artışa işaret ettiği gibi şeriat tarikat marifet ve hakikat gerçeklerine de işaret etmektedir. Şeriatte seninki sen benimki senindir, Tarikatte seninki senin, benimki de senindir, Marifette seninki de yoktur benimki de, Hakikatte sen de yoksun ben de...Bilmem anlaşıldı mı.
"İster öp okşa istersen öldür" kısmında ise müridin hocasına olan tam teslimiyeti, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek şekilde anlatılmaktadır. Yani hocasının müridi okşaması veya öldürmesi mürid gözünde müsavidir, hepsinin bir hikmeti olduğunu bilir ve hepsine "peki" der.
"Seni içime çektim bir nefeste" mısrası ile müridin, hocasında yok olma mertebesine teslimiyeti sayesinde çabucak eriştiği anlatılmaktadır. Zira nefesi içine çekip tüm vücuduna erişmesini sağlamak, büyük bir güven ve teslimiyet benzetmesidir. Bu mısra ile kast edilen mananın, hocasında yok olduktan sonra her baktığı yerde hocasını görmek, hatta kendi bile hocası olmak şeklinde olması da mümkünüdr.
"Yanacağız ikimiz de ateşte" mısrası tüm bir şiirinin anlamını bozmakta, genel mana ile ters düşmektedir.
"Bir kıvılcım yeter ben hazırım bak" ile de tekrar bu teslimiyetin üzerinde durulmuş, yanmanın bile emir ile olabileceği anlatılmıştır. Herhalde teslimiyetin daha iyi anlaşılabilmesi için şu menkıbe hemen herkese kafi gelir:
Zamanında bir hocaefendi, etrafındaki sayıca çokca müridi ile günlerini değerlendirir, ilim ile meşgul olurdu. Bütün müridanın hocaefendinin kalbinde ayrı bir yeri olmasına rağmen bir tanesine karşı daha latif sözlü, daha ayrı davranışlıydı.
Tahsil ile günlerini geçiren müridlerden biri bu durumu kavrayamamış ve çokca aklını bu mevzuda meşgul edip "Hocaefendi nin davranışı neden böyledir? Anlaması kıt, eli yüzü bile pek düzgün olmayan bu delikanlıya neden pek latifte benim gibi intikali yüksek zengin bir nesebe sahip birine onun kadar alakadar değil?" diye aklından geçirirmiş.
Hocaefendinin bu düşüncelerden haberi olmuş olacak ki birgün bu iki müridi (sanki diğerine ders vermek istercesine) yanına çağırmış ve "Evladım! (ikinci müridi kastederek) şu bizim bahçedeki ineği sırtına alı da bizim evin damına çıkarıver" demiş. Mürid şaşırmış ve vakit kaybetmeden "Efendim, ineği sırtlamam ve evin damına çıkarmam mümkün değil" demiş. Hocaefendi sanki cevabı önceden biliyormuş gibi hiç vakit kaybetmeden diğer müride "Evladım! (ilk müridi kastederek) sen şu ineği sırtla da bizim evin damına çıkarıver" deyince mürid "Peki efendim" deyip bahçeye koşmuş. Ardı sıra giden hocaefendi ve ikinci mürid, ilk müridi ineği sırtlamaya çalışırken görmüş.
Anlatım her ne kadar eksiksiz olmasa da umarım teslimiyet mevuzusu bu menkıbe ile bir hayli anlaşılmıştır.
"Sevgisizlik ayrılıktan daha zor" mısrası ile de asıl terakkinin ilim ve ibadet ile değil, aşk ve ihlas ile olduğu anlatılmaktadır. Zira ihlasla, anlayarak ve aşk ile yapılan ibadetin ,söylenen zikrin, lanettayin ve sadece ağızda kalan zikirden, ibadetten kat be kat daha efdal olduğuna dair birçok hadis vardır.
"Dilediğin kadar acıt canımı/Yokluğun da varlığın da yetmiyor" Burada ilk mısra yine teslimiyete işaret ederken, ikinci mısra yine şiir ile alakasız bir konuya temas ediyor.
Umarım İmam Gazali'yi (ra) kızdırmamışızdır.
1 Ocak 2010 Cuma
Flying Dutchman: FLYING DUTCHMAN'IN SEYİR DEFTERİ-13
Flying Dutchman: FLYING DUTCHMAN'IN SEYİR DEFTERİ-13