Pages

27 Şubat 2010 Cumartesi

Bildik de ne oldu!

Bismillahirrahmanirrahim.

1990’lı yıllarla anılmaya başlanan ve akademik çevreler tarafından da kabul gören “bilgi çağı” tanımı her ne kadar yaşadığımız zaman dilimine yakıştırılmışsa da, “bildik de ne oldu!” diyenlerin pencerelerinden baktığımız da bilginin her çağda var olduğunu, bu çağında olsa olsa bilginin yayılmasındaki değişimden ötürü “bilişim çağı” diye adlandırılabileceğini anlıyoruz. Dinimize ait olan bilgilerde önceki çağlara nazaran çok daha hızlı yayılmakta, kitaplar her köşe başında temin edilebilir, bilgisayar ve hatta cep telefonlarından bile okunabilmektedir. Fakat “bildik de ne oldu” diyenlerin penceresine dönersek, dini bilgiler her çağda vardı ve her çağda da gereğini yapanlar aranmaktaydı. Gereğini yapmadığın sürece bilgi dolapta bekletilen reçete gibiydi. Hastanın derdine deva olması, o reçetenin gereğinin yapılmasıyla mümkündü.


Bizler de bugün her türlü dini bilgiye kolaycacık ulaşıp öğrenebilmekteyiz. Fakat bu bilgilerin sade bir bilgi olarak kaldığında herhangi bir faydasından söz etmek mümkün değildir. Filan olayın kıyamet alameti olarak bildirildiği bir Hadis-i Şerife ulaştığımız da bizlerden beklenen bu bilginin gereğini yapmak olmalıdır. Mesela; Kıyamete yakın zinanın yayılacağına dair bir bilgi, sık sık eyvah demeye teşvik için değil, kendimizi bu tehlikeye karşı korumak, tehlikenin önlenmesi için tedbirler almamız içindir.

Bu hafta, bilişim çağının bir nimeti olarak zahmetsiz bir şekilde kulağıma kadar gelen ve kıyamet alametlerinden bahsedilen bir Hadis-i Şerif’i sizlerle paylaşmak istedim. İnşallah ibret ve ikaz niteliğindeki bu ve buna benzer bilgiler bizlerin kötü sonuçlardan kurtulmasına vesile olur. Aksi takdirde Müslümanların, adeta kıyametten önce gelecek ön işaretleri -üç boyutlu film- izler gibi seyretmeleri, oyalanmaktan başka bir şey olmayacaktır.

“Kıyametin önü sıra tanıdık kimselere selam vermek adet olur. Ticaret meydan alır, o derece ki kadın erkeğine yardımcı olur. Akraba yoklamaları kalkar ve yalancı şahitler çıkar, gerçek şahitlik gizlenir, muharrirler (yazarlar) ise çoğalır.”
Hz. İbni Mes’ud(radi Allahu anhüma) [Ramûz el-Ehâdis 121/4]


Selamın bile Müslümanlar arasında ortak bir payda olmaktan çıktığı, kadınların işlerini bırakıp eşlerine yardım ettiği, sılayı rahimin unutulduğu, gerçeğin gizlenmesinde sakınca görülmediği ve medyanın güçlendiğini mucizevî bir şekilde bize bildiren Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi bize rehber olarak gönderen Yüce Rabbimiz, bize “gereğini yapmayı” nasip eylesin. Âmin.

21 Şubat 2010 Pazar

Hayatın şifresini arayanlar için cevap veriyorum...3

http://files.myopera.com/benkelebek/blog adresinden alınmıştır




Kul için hiç olmaktan daha iyi hiçbir şey yoktur, ne zühd ne ilim ne de amel. Kul hiç olunca hep olur.
Bayezid-i Bistami (r.a.)

   Şu hayatın şifresi diye bir rakam dağıtsam okuyucularımıza acaba bu harekete ve dağıtılana itibar ne olur? Yani şifre bu, herşey bunda gizli, bunu anlayan olayı anlar vs gibi. Herkes elinde 3 yazılı kağıda bakıp neler düşünür açıkçası merak ediyorum.

   Genel olarak insanlar zor soruların pek zor cevapları olacağını düşünüyor. Yüzyıllardır çözüm bekleyen bir cebir problemi belki birkaç on yıl çalışılarak çözülebilir genel kanıya göre. Veya şu an için hayal olan bir teknoloji, ancak 2050 yılında umumi kullanımda olabilir (bu 2050 olayı da rakamları yuvarlamaktan başka hiçbirşey değildir de mi? Yani 1900 lü yıllarda bu tip öngörüler için 2000 yılı kullanılıyordu. Şimdi ise 2050-2100 yılı). Fakat kimse bunların kırılma noktalarını teşkil edebilecek ve tüm bir çözümü %90 ından fazlasını içeren bir düşünce/kelime olduğunu kabul etmez, etmek istemez.

   Ciddiyeti bakımından bu tip sorulara her ne kadar benzemese de, geçenlerde izlediğim bir TV şovunda 15-16 yaşlarında bir lise öğrencisine, karşısındakine zor bir soru sorması söylendiğinde genç hiç düşünmeden Hayatın anlamı nedir? diye yapıştırdı. Bu klişe soru belli ki gencimizin aklında en zor sorular bölümünde ilk sırayı teşkil ediyor ve kolay da bir cevabı olmasa gerek kendi düşüncesine göre. Velakin kendisi de "Amerikayı yeniden keşfetme" hastalığına tutulmuş olsa ki halen yanıt bulunmadığını ve süpper zor olduğunu düşündüğü soruyu karşısındakine adeta suratına kremalı pasta atar kıvamda yapıştırdı cevabı (buradan duramıyorum a teşekkür ediyorum zira okuya okuya insan hakkaten yazardan etkileniyormuş :P )

   Amerika yıllar önce keşfolunduğu gibi bu açıkta da kalmadı aslında (hedef Colomb değildir, deyim anlamıyla kullanılmıştır). Yüzyıllardır hakkında tabiri caiz ise durmaksızın eserler yayınlandı, fikirler sunuldu. Daha çabalamak niye? Bistami Hazretleri 1200 sene önce teşhis/tedavi aşamasını bitirmiş, başka problemlere yönelmişken halen bu sorunun cevabını anlamak niye?

   Zamanımızda SüperEgo diye tabir edilen bu olay aslında hayatın şifresi olabilecek bir sıfat. Özlü söze göre (sayfanın başındaki söze müracaat ediniz) hep olmak hiç olmaktan geçiyor. Yani herkesin istediği hep olmak olayının aslında hiç olmaktan geçtiği bir yy dan fazla bir süre önce teşhiş edilmiş. It is obvious (diyesim geldi nedense).

   Hiç olmak arkadaşlıklarınızı kuvvetlendirir, hiç olmak etrafınızdaki insan sayısını artırır, hiç olmak sizi ölümünüzden sonra bile yaşatır, hiç olmak sizi Allah'a yakınlaştırır...

   Daha da bir yorum eklesek ayıp olur zannımca.

(sanki karşısındakine kızar bir havada yazılan yazımdan dolayı tüm okurlardan anlayış bekliyorum ve yine Bistami Hazretleri'nden bir hiçlik şiiri ile yazıyı noktalıyorum)


Bana kemlik edenler daima iyilikle yâd olsun,
Yıkanlar hatır-ı nâşâdımı ya Rabbi şâd olsun
Benim için nâ murad olsun diyenler, bermurad olsun.




Bayezid-i Bistami (r.a.)

19 Şubat 2010 Cuma

Miras ve Vâris

"Ulema yeryüzünün kandilleri, Peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir." Hz. Ali (r.a.) [Ramûz El-Ehâdis 222/15]


Yüce Rabbimiz (c.c.) ilk insan Âdem Aleyhisselam ile birlikte insanlara İslamı öğretmeleri için peygamberler gönderdi. Peygamber Efendimiz de (sallallahu Teala aleyhi ve sellem) bu nübüvvet halkasının sonuncusu olarak peygamberliği de götürerek ahirete intikal etti. Ancak nübüvvetin eseri olan dinin ve ilmin kıyamete kadar devam etmesi için vekiller tayin edildi. Bu vekiller Allah'ın (c.c.) dinini ve ilmini Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin izinden gidip son insana kadar taşıyacaklardı. Bunun için "Âlimler Peygamberlerin vârisleridir." ilkesi kondu.

İlk vârisler olan sahabi efendilerimiz bu mirasa en iyi şekilde layık oldular. Dört büyük halife devrinden sonra çıkan tüm iç ve dış karışıklıklara rağmen, kıt kanaat imkanlarıyla İslam'ı dünyanın önemli bir kısmına ulaştırdılar. Allah (c.c.) onlardan razı olsun.

Sadece ilimle meşgul olup, halktan uzak hayattan kopuk bir tavır sergilemediler. Siyaset gerektiğinde siyaset, dünyanın o zamanki süper güçleriyle savaşacakları zaman askeri birer deha oldular. İbadetten geri kalmadılar, zühd ve takvada insanlığa örnek oldular. Hiçbir sorun veya problem onların kimliğini bozamadı.

Sahabi Efendilerimizin neslinden sonra gelen tâbiin neslinden ve onlardan sonra bugünlere kadar gelen nesillerden de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin mirasına sahip çıkacak vârisler yetişti ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mirasının korunmasında bir sıkıntı oluşmadı. Bir sonraki kuşak da bir öncekinden İslamı ilk berraklığıyla teslim aldı. Kur'an-ı Kerim tek bir harfine varıncaya kadar korundu.

Fakat bu silsilede günümüze doğru ilerledikçe Ulemâ anlayışında önceki dönemlere göre farklılıklar oluştu. Yönetimler eliyle tehdit edilen veya iltifat ve ikramlarla satın alınan âlimler, susturulmaya başlandı. Ahiret kazancı olan ilimler, dünyalık kazanma vesilesine dönüştürülmeye başlandı. Konuştuğunu yapmayan, yapamayacağını konuşan âlimler oldu. Özellikle çağımızda gelişen teknoloji ve iletişim sayesinde binlerce âlimle tanıştık. Ancak Allah (c.c.) Teala Hazretlerinin rızasını isteyen, başka hiçbir şeyde gözü olmayan isimler bu binlerin içinde yüzü bulurmu bilemem.

Bu yara her çağda derinleşerek artsa da; yaşadığı zaman diliminde müminlerin kalbine taht kurmuş, "İşte peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) varisi." dedirten gerçek âlimler de yetişti. Bu ulemalardan biri olan ve yakın tarihe damgasını vurmuş âlimlerden, Muhammed Zahid Kotku (rahmetullahi aleyh) Efendi Hazretlerinden gördüğümüz; Peygamber aleyhisselavatu vesselam'ın mirasını sadece din öğretmekten ibaret görmemek, bulunduğu toplumun sosyal, ekonomik ve siyasi noktalarında da Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) kimliğini aynen devam ettirmek ilkesi, bize de "İşte bu çağda da peygamber varisi!" dedirtmiş ve gerçek varislerin hayatlarını öğrenme gayretimizi teşvik etmiştir.

Rasullullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizde gördüğümüz geniş kapsamlılığı büyük oranda varislerinde de görüyoruz. Her ne kadar onları anlayabilme kabiliyetimiz olmasa da; aklımızın erdiğince, dilimizin döndüğünce onların ciltler dolusu anlatılabilecek hayatlarından ufak kesitleri bu sayfadan onların affına sığınarak, yine diğer âlimlerden duyduğumuz, okuduğumuz şekliyle sizlerle paylaşmaya çalışacağız. Allah (c.c.) sayılarını artırsın. Bizleri onlara bağışlasın. Amin.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Su damlası.

Nedir abi doğada en hasta olduğun şey. Aslan ceylanı kovaladı, timsah ağzını açtı, çenesinin uyguladığı basınç bir tondu, çiçekler böcekler çamurlu nehirde yıkanan filler. Yok olum siz de güzelsiniz, ama büyük kısmı durduğu yüzeyle temas etmeyen su damlalarına aşığım aşık. O dediğim kısım ne kadar büyükse benim aşkım da o kadar büyük. Evet çocukluk saplantım var: yüzey gerilimi. Delisiyim kohezyon kuvveti adhezyon kuvvetinden büyük ya hani. Bak bak dur:
Yağmur yağdı camdaki damlalardan en cesuru, atılganı, yiğidi aşağı yaptı hamlesini, sağ kulvardan boynubükük koptu geldi deli dumrul son bi atak, boynubükük pes etmedi burnunu ileri uzattı, burun mu, o ne jokeyin elindeki havuçmuş sayın atseverler, deli dumrul delirdi son bi kafayı uzattı finişi önde gördü. Boynubükük üzülme. Senin de binicin red kitdi yetmedi, olsun. Veliefendiden yayınımız sona erdi, atla kalın. Deli dumrul ismini verdiğimiz damla önüne gelenleri teker teker devirdi, devirdikce güçlendi hızını alamadı. O kadar güçlendi ki, ağırdı ki arkasında sudan iz bıraktı, salyangozun bıraktığı parlayan sıvıdan iz gibi. İşte o izden başka bir damlanın gitmesi kuru yüzeyde gitmesinden çok daha kolaydır. Kupkuru zeminde ilk akan su kendisine yol bulmak için zemin ile arasındaki adhezyon kuvvetini, yerçekim kuvvetinin de desteğiyle yenmek zorundadır, ama bi kere yol oluştu mu arkadan gelen su damlası normalde seçmeyeceği o yolu seçer ıslanma fiziği gereği.
raindropsonwindow600cj7.jpg
Aynı sebepten çamaşırdan leke çıkarmadan önce çamaşırın ıslanması lazımdır, yani farklı bir ortam olan çamaşır dokusunun suya benzemesi, yani islanmasi gerekir; anneler der ki leke yumuşasın. O bölgeye artık sabunlu su daha kolay hücum eder. Gaz durumunda kohezyon-adhezyon kuvvetleri aranmaz, bu yüzden yıldırımların, aralarındaki meydana gelme süresi havada aşırı sıcaklık sonucu oluşan özel gazların atmosferde difüze olup dağılma süresinden kısa olacak sekilde arka arkaya düştüklerinde hep ilkinin yolunu takip etmelerinin sebebi bu benzer maddenin yol oluşturması değil, bir önceki yıldırımın geçtiği yolun özel gazlar vasıtasıyla daha iletken hale gelmesidir.

Tabii her yüzey ıslatılabilir değildir. Suyu ittiren özel tasarım seramik veya teflon yapılar mevcut. Bu yüzeyler su için o kadar kaygandırlar ki yol alan damlacık arkada iz bırakamaz çünkü adhezyon kuvveti çok çok küçüktür, yani kohezyon kuvveti tüm damlayı bir arada tutabilir en ufak bir parçacığını bile bırakmaz arkada. İşte buna ıslanmama koşulu denir. "Islanma" nın gerçekleşmesi için yüzeyler arasındaki adhezyon kuvvetinin temas yüzeylerinde kohezyon kuvvetinden büyük olması gerekir. Hatta adhesive ingilizce yapışkan anlamına gelir işte bu sebepten. Kohezyon da Latince bir arada tutma anlamına geliyormuş, coherent var ya hani. Bi su damlasına parmak ucunuzdaki diğer damlayı aradaki adhezyon (aslında ikisi de su olduğu için kohezyon kuvveti de denebilir) kuvveti kohezyon kuvetinden büyük olacak kadar yaklastırdığınızda hemen atlar diğerine, yekpare damla olurlar. Tabii ne kadar yaklaştırdığınız, havadaki nem miktarına göre önem kazanır. Yine yol meselesi hani. Eğer damlalar arasındaki hava "suyumsu" ise o kadar da çok yaklaştırmanız gerekmez. Tabii mikron hatta nano ölçekteki büyüklükten bahsediliyor, insan eli o kadar hassas kontrol edilemez.
water_drop.jpg
Kohezyon kuvveti, maddeyi oluşturan her temel parçacığın birbirine olan etkisi olarak tanımlanabilir. İşte bu yüzden sıvılar damla şeklindedir. Çünkü en dıştaki moleküller sadece iç kısımdaki moleküller tarafından çekilirler. Böylece verilmiş hacimde en küçük yüzey alanına sahip küre şekli oluşur. Yüzey gerilimi de bu demektir zaten, en dışta bulunup yabancı ortamla sınır halinde olan moleküllerin üzerine sadece içeriden kohezyon kuvvetinin etki etmesi ve böylece su üzerine yavaşça bırakılan kıl ve yaprak gibi şeylerin batmaması. Hatta suyun üzerinde yürüyen böcekleri geçtim, koşabilen kertenkeleler bile vardır.
Bir kap içindeki suya bakılırsa kabın kenarlarında suyun yukarı doğru tırmanmaya çalıştığı, kavis yaptığı görülür. Demek ki orada adhezyon kuvveti galip gelmiş kohezyon kuvvetine. Ama civa olsa misal, o kavis yukarı değil de aşağı olurdu, çünkü civada büyüktür kohezyon kuvveti. İşte suyun, bu kap-boru kenarlarında tırmanma özelliği sayesinde 100 metrelik bambular suyu kolayca topraktan alıp yapraklarına ulaştırırlar. E bizim damarlarımızda dolaşan asil kanımız da aynı hesap işte. Ayrıca ebru sanatındaki estetiği de, suyun yüzey gerilimi mucizesine borçlu insan. Alakasız ama ne güzel foto di mi:
yagmurdamlasi1ow4.jpg
Sadece su için değil aynı cinsten tüm atom veya moleküller arasında bu tip milliyetçi-ayrımcı kohezyon kuvvetleri vardır. Olmasaydı ne olurdu gibi bi soru olmaz. Olmasaydı şu anda var olan difuzyon dengesi bozulurdu, sıvı iletimi çok ama çok zorlaşırdı, canlılar vs. hayat zora girerdi. İste burada Necip Fazıl'ın deyişiyle başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah'a hamd etme makamındayım.

14 Şubat 2010 Pazar

Çağın oyuncağı oyuncaklıktan çıkıyor!!!

   The rapid change in technology is…..Hımmm (boğaz temizleme hareketi :D)

   Teknolojideki akıl almaz hızdaki değişiklik cidden bazen mide bulandırıcı kıvama geliyor. Her anında ve dakikanda bir teknoljik alete bağımlı olmak artık bizlerin makus kaderi…

   Önceki yazılarımda da (bkz  1  2) bahsettiğim gibi iphone artık hiç tartışmasız çağın oyuncağı. Fakat bu devrimsel (revolutionary) alete 3. parti öyle yazılımlar geliştiriliyor ki alet çağın oyuncağı statüsünden çıkıp çağın gereksinimi halini alıyor. Yani ömrünüzün her dakikasında muhakkak size asistanlık edebilecek bir hale dönüşüyor (tuvalette bile). Mesela, evden çıkmazdan once saatlik hava durumuna bakıyorsunuz bulunduğunuz şehirdeki, evden çıktıktan sonra da navigasyon programını açıp yolu “20 metre sonra sola dönmeye hazırlanın, 3. çıkıştan çıkın, 200 metre devam edin “ şeklinde siz hiçbir efor sarfetmeden yolu tariff ettriyiorsunuz. Yolda e postalarınızı kontrol ediyorsunuz. Yoldayken canınız sıkınlınca haberleri okuyor, köşe yazılarına yorumlar patlatıyorsunuz. Akşam maç için eve yetişemedinizde açıp LigTV seyrediyorsunuz. EFT nizi yapıyorsunuz, faturalarınızı ödüyorsunuz vs vs vs.

   Fakat kısa süre once bu alete öyle bir program çıktı ki, hakikaten bir fransız devrimi kıvamında oldu bu çıkış.

   Amerikalı bir dermatolojist olan Dr. Greg Pearson, AppStore daki bir uygulamanın tanıtımını yaptı. Baylor College of Medicine tarafından geliştirilen uygulama akneleri tedavi ettiğini (edebileceğini) öne sürüyor. Çalışma şekli şöyle: Alet görünür bölgede (visible spectrum) kırmızı ve mavi dalga boylarında ışıklar yayıyor.  Mavi ışık bakterileri öldürüyor, kırmızı ışık ise derinin iyileşmesine yardımcı oluyor.

   Yayımlanan bir bilimsel makaleye göre ise mavi ve kırmızı ışık ile akne tedavisi %76 başarılı sonuç veriyormuş. Hatta kırmızı ışık, akne tedavisinde klasik bir yöntem olarak kullanılan benzoil peroksite gore 2 kat daha başarılıymış.

   Olayın FOX News deki sunum kısmını da verip olayı sonlandırıyoruz. Ayrıca bir sonraki ilginç iphone uygulaması hakkında, ele avuca gelmez tahminler yapmaktan da kendimizi alamıyoruz :P

9 Şubat 2010 Salı

Bilmeyenler de Öğrensin - Dropbox

Efenim az önce dropbox adlı bir programdan haberdar oldum. Özetle verilerinizi depolayan bir sunucu hizmeti. Programı bilgisayarınıza indiriyor ve kuruyorsunuz, ücretsiz versiyonu 2 gb, ücretlisi 50 gb mış. Yalnız adamlar şöyle bir güzellik yapmışlar, depoladığınız veriyi herhangi bir yerde güncellerseniz, sunucuda da güncelleniyor. Tabi bu işin sakat noktaları vardır ama ben o kadarından anlamam. Anlayan arkadaşlar çıkacaktır elbet. Daha bir kaç özelliği var. Ayrıntılı bilgi için (sevmeyenine uyarı: bağlantı ekşisözlük) şuraya, site de bu dropbox,
Unutmadan, iphonecuları da unutmamışlar. Hadi gene iyisiniz.

7 Şubat 2010 Pazar

O kutuplardan basık, ekvatordan şişkince değil miydi?

   Kar yağarken dışarı bakmak hoşuna gider herkesin. "Öööle bembeyaz, spontane yağan kar beni mutlu ediyor, nedendir bilmem" diyen bi insan aslında zevk aldığı şeyin kar olmadığını bilemez. Aslında bu haz, hiçbirşeye odaklanamayıştan gelir. Yani beynin herhangi bir zoraki çalışmaya maruz bırakılmaması, veya plan/programlı bir iş çerçevesinde yapılan bir iş olmamasındandır.

(http://3.bp.blogspot.com/ adresinden alınmıştır)

   Her işi belirli bir çerçeveye sokan global düzenin çemberinde (starbucks ta bile kahve almak self-servis çerçevesi şeklinde sizden bir efor beklerken) bazen de beynini çerçeve dışı işlerle dinlendirmek kimsenin aklına gelmiyor nedense. Herkes belirli bir zamanda başlayan ve belirli kuralların olduğu "relaxation method" lar ile kendini dinlendirmeyi amaçlıyor. Yani eğlenirken bile belirli kurallara tabi olma zorunluluğu olan insanoğlu, aslında ne dinlebiliyor, ne rahatlayabiliyor, ne de geldiği bu dipsiz kuyunun farkına varıp yukarı doğru bir hamle yapabiliyor.

   "Hadi akşama sinema yapalım" derken öncelikle bilet almanız lazım. Bunun için (çoğunlukla) internet lazım, kredi kartı lazım, kredi kartının internet kullanımına açılmış olması lazım, sizin adınıza olması lazım, koltuk satın alırken keyfinize göre bir koltuk kümesinin boş olması lazın, bileti aldıktan sonra sinemaya zamanında gitmeniz lazım, sinemaya giderken dışarıdan yiyecek içeçek getirmemeniz lazım (hele 3 büyük cips+6 teneke kola hiç getirmeyin) , filmi izlerken ayağa kalkmamanız çok ses çıkarmamanız lazım, film bitince 3 dk içinde salonu boşaltmanız lazım vs vs... Hepsi bir kurallar manzumesi değil mi?

   Tabi hayat bir kural, eyvallah. Fakat her insanın tek tip olduğu, eğlenmenin bile tüm dünyada tek şekilde belirdiği, yani küreselleşme denilen şu küçük "Dünya" adlı köyümüzde bu kadarı da fazla değil mi?


   Eğlenmek için neden sinema/tiyatroya ihtiyacımız var? Çeşitli vasıtalarla belki birkaç on yıldır bize dikte edilen hayat nizamı neden bizim yaşam şeklimiz olsun. İlla ki taksime gittiğimizde starbucks'lamak zorunda mıyız, her canımız sıkılınca kendimizi bir filmin veya oyunun kucağında bulmak zorunda mıyız, her vize-final sonrası kendimize bir ödül olarak pizza vs söylemek zorunda mıyız...

   Dünya kutuplardan basık ekvatordan şişkince aziz kardeş... Yani gel sen bu küreselleşme olayını bir daha düşün.

6 Şubat 2010 Cumartesi

Birol Yayla - Aziz Şenol Filiz


Aziz Şenol FİLİZ

Birol YAYLA

Hiç bir şeyle hakkıyla ilgilenmediğim için müzik merakım da meraktan öteye gidip uzmanlık yoluna girememiştir. Yansımalar grubunun iki baş aktörü A. Şenol Filiz ve Birol Yayla hakkında bir şeyler yazalım dedik, ama zaten yansımalar sitesinde biyografileri var. (Fotoğraflar da oradan arak)
Yansımalar'ı bir çok kişi duymuştur, hatta farkında olmadan dinlemiştir; fon müziği olarak kullanıldığından. Bu abilerin o kadar güzel ve değişik parçaları vardır ki, kime en beğendiğiniz 10 yansımalar parçasını sayın desem, herhalde ortalama 2-3 ortak parça çıkar. Kimle konuşsam farklı bir parçasını beğenmiş. Artık nasıl bir yelpaze oluşturmuşlarsa adamlar.
Bir de bu abilerin Yansımalar haricinde bir takım albümleri de bulunmaktadır ki, bence Mızrabın Nefesi albümü bir şaheserdir ve yazının asıl amacı budur. Hele bu albümde bir acemaşiran peşrevi (yani acemaşiran makamında mevlevi ayininin girişi denebilir ) vardır ki buradan bir kısmı dinlenebilir. Sitede pek de güzel anlatmışlar albümün ne amaçladığını. Ayrıca diğer parçaların da örnek kısımları sitede mevcut bir bakayım diyenlere. Ama tamamını dinlemeyen klasik Türk müziği takipçileri çok şey kaybeder.

4 Şubat 2010 Perşembe

Avatar

Film hakkında fazlasıyla bilgi içerir!
Daha önce hakkında atıp tuttuğumuz Avatar'ı izledik dün. 5 kişiydik, daha bi eğlenceli oldu haliyle. İlk defa 3 boyutlu film izliyor olmamı gözönünde bulundurun okurken. Filmin görselliğine diyecek laf yok 10 üzerinden 11. (mesela burada gözönünde bulundurma işlemini devreye sokabilirsiniz)
Konu ise 10 üzerinden 6.5 tir bence. O da keçinin bol olduğu yerde olması sayesinde. Son zamanlarda pek de sağlam konuların çıkmadığı holivud en son Dark Knight ve Disrict 9 ile "çok bilinen konuyu iyi işleme" başarısını göstermişti. Bu o kadar olmasa da onlara yaklaştı. Daha en başından "bu ceyk albayla filmin sonunda kapışır" demiştim, tuttu. Ceyk'in iyi adamların tarafına geçeceği zaten belliydi. Ayrıca albayın tipi "ben kötü adamım" diye bas bas bağırıyordu. Gene seçilmiş adam geyiği vardı.
Ceyk'in Filmde gaza getirici sahneler de boldu. ( IMAX etkilerini de gözönüne alın)
Bi adam bu kadar mı belli eder arkadaş kötü adam olduğunu.

Neytiri hanım da güzel olmuş, Haldun Üstünel ve bir kutu çikolatayla istemeye gidilebilir. Daha önceki yazıda da belirttiğim üzere ben konuya değil, tasarımlara takıldım. Filmi izledikten sonra da kanaatim güçlendi. İyi tasarlamışlar adamlar. Tasarımda raklılık beğeni grafiğini tam tepeden yakalamışlar. Daha önce de gördüğümüz dünya tasarlamaca işlerinin içinde en iyisi buydu. Bir çok kişinin beğeneceği, uçlarda olmayan bir dünya Pandora. Yalnız bu tasarlama işlerinin sonunun "Tanrıyı oynama" dürtüsünü ateşleme ihtimalinden korkuyorum. Avatar bu konuda bir devrim olabilir. Nitekim şimdiye kadar yapılanların en ciddiye alınabiliri.
Unutmadan; fotoğrafınıza göre avatarınızı çizen program, site vb. şeylere hazırlıklı olun, ya da çoktan yapılmıştır bunlar da ben bilmiyorumdur.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Selim-kanka.

1

-Selim.
-Buyur kanka.
-Naber hacı?
-Napalım kanka, çoluk çocuk iş güç falan filan.
-Kaça geçti senin Faruk şimdi?
-İkiye geçti de 4 gelmiş biyolojisi veledin. Dövdüm biraz adam olsun.
-Hacım senin üstündeki pantolon ne renk?
-Kot giydim abi mavi niye sordun.
-Faruk'u seviyon mu Selim?
-Seviyorum abi tabii, noluyo kanka geriyosun beni, kıllandım nasıl sorular bunlar?
-Olum ne gaz evhamlı adamsın. İstemez misin Faruk daha iyi okullara gitsin, yenge altın bilezik taksın?
-İsterim kanka isterim tabii, bu maaş kime yeter, ne güzel ağzından bal damlıyor.
-O zaman olum al sen şu gömleği de giy üstüne şu atkıyı da sar.
-Kanka ben sarı sevmem ki bu nasıl gömlek lacivert çizgili, forma gibi, hem yaz vakti ne atkısı.
-Ya Selim dur iki ya. Dinle şimdi bugün maç var ya. Sen şu Fener atkısını da tak git inönüde en büyük Fener de.
-Hacim GS BJK macında niye en büyük Fener diyeyim ki anlamadım. Saçma değil mi sence de.
-Nesi saçma lan, bana saçma gelen tek bi yerini söyle.
-?
-Kalırsın öyle, sen kankanın lafını dinle başka çaremiz yok.
-Hacım o kadar ciddi mi durum hakkaten ya?
-Ben ne anlatıyorum yarım saattir, başbakanı dinlemedin mi, ulusa sesleniş?
-Yoo.
-Dinleseydin anlattı orada işte.
-Tamam iyi madem. Ama ne bileyim koca statta yakmayalım kendimizi, çok da anlamadım zaten niye...
-Lan olum bi abinin lafını dinlesen iş bitecek. Ünlü olacan videonu çekip yetenek sizsiniz e göndericez.
-Hacım bu yetenek mi ki sence?
-Ya ne?
-Ik mık.
-O zaman karışma bilmediğin işlere. Santraya bayrak dikmeyi unutma. Ben tünel kazdım tam taç çizgisinin orada bekliyorum seni.
-Hangi taç hocam, kocaman saha?
-Köşe gönderi var ya orası işte.
-Kanka santraya uzak bi nokta orası bildiğim kadarıyla.
-Senin bildiğin o kadar işte, hiç maç izlemiyon mu?
-İzlemedim, geçen bi bank asya da meram belediyesi-hopaspor maçı vardı ona baktım sadece.
-O zaman laf dinle, germe beni, bozma planları.
-İyi hacım peki, kusura bakma, seni mi kıracaz.
-Bayrağı dikince ben kameradan record a basıcam tünelin girişindeyim, sen bana doğru koşmaya başla.
-Ya hacım iyi de...
-Seliiim.
-Tamam hacım.



2

-Selim.
-Buyur kanka.
-Olum sana bi kız buldum, hem güzel hem zengin.
-Deme kanka.
-Dedim bile Selim.
-E kanka hadi yap bi şeyler.
-Tamam olum ayarladım bile.
-Sen şimdi al bu bileti Mardin'e git. Kız seni evde bekliyor.
-Hacım ne Mardin'i? Aşiret falan, yamuk olmasın.
-Selim ayıp ediyon, rencide oldum.
-Kanka şahsi alma, pardon.
-Neyse al şu çuvalı da.
-Çuval derken?
-Kızı koyacan içine.
-E hacım istemeyecez mi kızı.
-Olum o yörede adet böyle. Çuvalda kaçırmaca oynadıktan sonra istiyosun.
-Hocam böyle adet duymadım hiç bilmem ki?
-Ya zaman değişti, eskidendi o istemeler.
-Hacım onlar affetmez yakalarlarsa, tırstım ben.
-Lan olum gelenek böyle diyorum off laf anlamıyosun sen ya, böyle değildin ya.
-Kanka pardon, kızma bana.
-Tamam tamam. Sen git mardin'e kızı çuvala koy, ben seni bekliyorum Suriye sınırında.

Bununla alakalı yazılar

Related Posts with Thumbnails