Pages

9 Aralık 2009 Çarşamba

Mazide kalmış bir yazar: Mustafa Necati Sepetçioğlu

Mustafa Necati Sepetçioğlu bizim kuşağın ( 80-90 arası doğanlar) babaları yaşındakiler tarafından daha iyi bilinir. 80 öncesi devrinin sağ sol ayrışmaları sırasında miliyetçi kısmın sahiplendiği yazarlardandır.
Orta okul zamanlarından kalma tarihi roman merakı lisede de devam etmiş her yeni yetmenin yapması gerektiği gibi, iki kafadar; Kilit, Anahtar, Kapı, Konak, Çatı, Üçler Yediler Kırklar, Bu Atlı Geçide Gider, Geçitteki Ülke, Darağacı, Ebemkuşağı, Sabır ve Gece Vaktinde Gündönümü'nden oluşan serinin (Dünkü Türkiye Serisi) ilk beşini, Ankara'daki sahaflarda zor da olsa bulmuş, sırayla okuyorduk. (Yazar burda hey gidinin eskileri demek istemiş :D) Bu kitapları alırken hayatıma yapacağı etkiyi öngörememiştim haliyle.



Kilit Alparlsan'ın çocukluğuyla başlar, Çatı Bursa'nın alınışıyla biter. Oğuzların Anadolu'yu yurt edinme serüveni 5 kitap boyunca anlatılır. Fakat bende bıraktığ iz ne anlatımın çok akıcı olması, ne de tarihi olayların heyecanıdır. Ben bu seride Türklerin Anadolu'yu kılıç zoruyla değil, manevi hasletlerle fethettiklerine ikna olmuştum. Kısacası aklımdaki sorulara cevapları bulmuştum.
Şimdi gelelim "aslında ne oldu" kısmına: Batıya göç eden boylar (ki aslında o zamanlar aralarında Türkmenler, Kürtler, Acemler olduğu da muhakkak) başına buyruk göç etmemişlerdir. Tarih kitaplarındaki iki ordu Dandanakan denen yerde karşılaştı gibi klişelerden biri olan "Selçukluların başarılı iskan politikası" müthiş bir düzenden ileri geliyordu. Şöyle ki; göç eden aşiret, boy gibi topluluklarla beraber en azından bir derviş gidiyordu. Bu derviş, "Ocak"ta pişen, yani Horasan'da yetişip icazetini almış bir derviş olur, göç edilen yerde -sünnet üzere- merkezde ibadet ve eğitimin yapılacağı tekke kurulur, yerleşim de bu tekke etrafında genişlerdi. Bana göre, bugün özellikle İç Anadolu'nun bir çok köyün adında Oğuz boylarının adlarına rastlanmasında bu oluşumun etkisi büyüktür. Böylece köyün kadısı, imamı ve hocası olan dervişin etrafında, maddi ve manevi bir halka meydana gelirdi ki, böyle bir toplum yapısının çok sağlam olması ve gittiği yere adalet götürmesi çok normaldir.
Kitapların hangisindeydi hatırlayamıyorum ne yazık ki, ama anlatılan şu sahne gözümün önünden hiç gitmez: Dervişin ocaktan ayrılma vakti gediğinde, hocası (şeyhi) tekkenin ocağındaki bir közü alır ve sapan benzeri bir aletle (ah bi hatırasam adını) közü çok uzak bir mesafeye fırlatır. Derviş, bunun üzerine yola çıkar ve közü bulduğu yerde tekkesini kurar. Tabii bu sembolik bir ifadedir, derviş manevi işareti alığı yerde yerleşir. Fakat bana göre bu eşsiz bir törendir.


Benim tüm bunlardan çıkarığım şudur: Köklerimizin aslında nerelere dayandığını ve nasıl buralara kadar geldiğimizi öğrenmek zor olmasa gerek. Nasıl bir mirasın sahibiyiz ve bu miras bize hangi ellerden emanet kalmıştır, bunu da unutmamak gerek.
Lise yıllarında kafası karışık bir gence, kendi hayat yolunu çizmesinde büyük yardımı dokunan Mustafa Necati Sepetçioğlu'na Allah'tan rahmet dilerim.
(Sabahın 5 inde biten bu yazının akıcılıkla uzaktan yakından alakası olmamasından ötürü okuyuculardan da özer dilerim)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bununla alakalı yazılar

Related Posts with Thumbnails