Pages

22 Aralık 2009 Salı

500T.

Uğurladık elemanı Sabiha Gökçen'den bi de artistlik yedik olum sen eve gidene kadar ben Münih'e giderim lan haha diye. Haklı da çıktı neyse. E yer etti içime. Atladık bi otobüse 10 dakka sonra kalkacak olan bildiğim otobüs dururken. İçimdeki macera tutkusu, bile bile ladesçi manyak, öleceğine kesin emin olduğu halde Galata köprüsünden karşıya geçmek için otobüs çeşitleri içinde en korkuncu olan müşteri kapmaya odaklanmış bir halk otobüsünün önüne atlayan zihniyet.

Bin lan hadi zevkli olur dedi kıramadım o içimdeki zırdeliyi. Hatta eleman beni otobüse kadar geçirdi; yani onun uçağa binmesine 1 saat kadar varken ben tekerlekleriyle asfalta mahkum ismini vermek istemediğim tıngır bi otobüse bindim. Dedim şoföre bla dan geçer mi? Dedi bana gel sen geeel, geçmez mi! Laan bindik, yani sayın abim bize Pendik-Kartal'ın her sokağını gezdirmeye ahd etmiş, oraya gir buradan çık nevrim döndü. Eh öğrendik Pendik'i. O soru sorulur mu, hiç Pendik'in tüm sokaklarına girip çıkan bi otobüs tıklım olmaz mı, hiç bulabilir misin 44 no yüzey alanına sahip ayağını koyabilecek boş bir arazi? Öbür ayağı kaldırmadık bereket, o ne demek deme, kasislerden zıplarken yerden kesilen vücudumu tekrar yerle temas ettiremeyebilirdim mesela, ben havadayken başka bi ayak benim ayağın bölgesini kapatabilirdi. O derece kalabalık.

Aslında kaşık yok, aslında otobüs de bomboş diye sürekli telkinlerde bulunurken kendime, çıktık otobana hamd ve şükür duyguları içinde. Kar yağsa yere düşmeyecek kadar trafik, pesimistlerin yarısı boş bardak demesi gibi araba çölü veya optimistlerin yarısı dolu bardak demesi gibi araba denizi. İkisi de olur. El frenini çek mangal yak, kur tezgahı langırt oyna çat 5-0 de, hatta 33 takımdan oluşan turnuvada final oyna. Lütfen amacımız kupa kazanmak değil final oynamak, onun zevki final oynamanın yanında nedir ki, oyna finali yeter kupayı verseler de alma. Evde kılarım yetişip diye kılmamışsın öğleni, nerdeee! Akşama yetişmek namümkün. Kaptaan orta kapı dedi çaresizlik ve bıkkınlıktan titreyen bi ses. Üstüne binmiş 1000 adet ajan smit in arasından göğe fışkıran neo gibi sıyrıldım insan yığınından.

Orada anladım oksijen elementinin nasıl bir nimet olduğunu işte. Derhal fulledim havasızlıktan büzüşmüş alveollerimi. Eve nasıl gideceğim, ayvayı yedim, burası neresi laaan diye ısrarla başımın etini yiyen içimdeki manyağı sonra çıkarmak üzere bi odaya kilitledim. Kıldık namazı reklam olsun diye ismini verdiğim ve orada niye kurulduğunu anlamadığım ulusoy tesislerinde rahatladık. Ve acı gerçeğin farkına vardım odanın kapısını tekrar açınca, kayboldum, uydular bulun beni.

Vahşi batıdakilerin kaybolunca demiryolunu takip ettikleri gibi otoyol boyunca yürüme fikrini ciddi ciddi düşünürken ilahi ilham sonucu bi aracın üzerinde o 4 karakteri gördüm: 5, 0, 0, T. Serap mı lan o, beynimin bana oynadığı bi oyun mu. Ya tamam her yerden geçiyor da buradan da mı geçiyor lan 500T. Otoban korkuluklarının üstünden zıpladım namerdim. Ormanda ağaçların arasında ebelemeç oynamaktan sıkılıp Hülya Koçyiğit'ine koşan Orhan gibi koştum otobüse.

Ön kapı davetkâr bi tarzda açılınca anladım serap olmadığını. Akbili basarken dedim çek abi çek sömür akbilimi helal olsun, köküne kadar. Yolda kalmışların beyaz atlı prensi, fakirin umudu, İstanbul'u gezmek isteyen ama üstü açık iki katlı şehir turu otobüslerinde yer bulamayan turistlerin yoldaşı, kimin eli kimin cebinde otobüsü, 5 dakkada bir yenisi geldiği için kaynağının nasıl bir potansiyele sahip olduğu çözülemeyen ve İstanbul'da yaşayan random bir vatandaşın günde en çok gördüğü, trafik kazası mağdurlarının abi bana otobüs çarpmadı 500T çarptı dediği, tüm İstanbul'u zaten taşıdıkları için halk otobüsü oldukları halde birbirleriyle yarışmaya gerek duymayan, pısst pıssst işimdeyim gücümdeyim her yerden geçerim diyen tekerlekli karizma,

muavinlerinin komple bir gözü toklulukla pasoyu gösterme olum at 2 lira yeter hadi uzatma dedikleri, abi bla bla dan geçer mi diye soran gafillere küçümseyen bu da soru mu şimdi yeni mi indin köyünden git başlık parasını tarlandan kazan bakışıyla bakıp gelişmeleri dikkatle takip eden muavine telepatik yolla ne diyo olum bu saftirik puhaha dedikten sonra merhametinden olsa gerek ufak bi baş hareketiyle geç lan içeri yapan ağır abi şoförlerin sürdüğü, kemiksiz 17 dakka beyazevler - 4 levent performansıyla İstanbul küçükmüş lan dedirten, herhangi bir zamanda düğmeye basarsan ancak takribi 10 km sonra durduğu için durakların kıymetini insanlara öğreten, çift bilet çektiği halde işini yapana hakkını vereceksin abi mantığıyla verdiğini gönülden helal ettiğin, uzak bi yerden uzak bi yere gidecek arkadaşlara yol tarifi yaparken bindiği anı referans zamanı, bindiği noktayı referans noktası olarak aldığımız ve ona göre anlattığımız, kalktığı ve vardığı nihai koordinatları hiç kimsenin tam olarak bilmediği ve bu yüzden efsaneleşip halk kahramanı olan, içindeki yolcuların büyük bir güven duygusuyla tüm benliklerini teslim edip kişisel meşgaleleri ile ilgilendikleri, oturmuş karakteri ile önündeki arabaların açılın olum 500T geliyor diyerek kenara çekilip yol vermelerini sağlayan ve böylece takip edecek ambulans bulamayan turbo efektli şahin sürücülerinin peşinden ayrılmadıkları, öte yandan iş gidişi iş dönüşü kalabalık derecesi hakkında beyanatta bulunmaktan kaçındığım ama kiminin esra ceyhanın İstanbul'da ulaşım sorunu konulu programına bağlanıp havada gittim şahitlerim var dediği,

beyanatta bulunmayacağım dediğim halde milletin içeridekiler düşmesin diye camları açmaktan korkup havasızlıktan fenalaştığını, hatta konserve balık istifi dizilmiş insanların sıkışıklıktan dolayı uyguladığı iç basıncı karşılamak adına camların boğaz köprüsü misalinde olduğu gibi içbükey olarak imal edildiğini ve kalabalık zamanlarında yaşanan savaş hakkında fikir verircesine insan ciltlerinin camların yüzeyinde bıraktığı yağ izlerinin otobüs boşken ürpertiyle fark edildiğini yazmaktan kendimi alamadığım, bazılarına göre insanların istemdışı olarak difüzyon kanununa binaen arkaya doğru ilerledikleri,

enine tüm şehri tarayan güzergahtan topladıklarını görünce İstanbul'da yaşayan insan çeşidi tayfının ne kadar geniş olduğunu kafamıza vuran, 7 düvelden milletin mensubu her tipten insanlarını 2 saniyeden uzun süzersen dayak yiyebileceğin ve 2-3 kullanımdan sonra herkes gibi senin de sadece yola konsantre olup çatık kaşlı ve huzur dolu "emniyet şeridinde ne güzel de basıyor, evime çabuk varıyorum" düşüncelerine gark olman gerektiğini öğrendiğin çünkü aksi takdirde havada turlayan tüm şehir sakinlerinin toplam koku bileşkesinin bir numunesi olan o orijinal kokunun bilincine varıp rahatsız olabileceğin, otobüs demeye hayâ ettiğim gri yolların mavi cengâveri İstanbul ulaşımının aortu 500T. Bu otobüs yaşanır gençler, ben haddim olmayarak anlatıp sosyal vebali üstümden atmaya çalıştım o kadar. Her şeye rağmen binin, bindirin.

7 yorum:

  1. biraz kalabalık bir yazı olmuş amma, belli ki özellikle 500T havasını daha iyi verebilmek amaçlanmış. o camdan bakanları eline geçiren virüs adamımızı da boş geçmemiş. beynim bitti lan okuyacam diye.

    YanıtlaSil
  2. Ya ben gonlumce yorum yazmak istiyorum, ama ismim kabak gibi gorunuyor. Ben de rumuz kullanmak istiyorum. Beyaz karanfil ya da kirmizi gul bile olabilir rumuzum....

    YanıtlaSil
  3. bu arada, "random" kelimesini iki yazar birden kullaniyor bu blogda, cok enteresan... Cok (!) yazarli blog anlayisi sanirim.

    YanıtlaSil
  4. Öncelikle 50 satırdan uzun bir cümle yazdığın için tebrik ederim duramıyorum. Zaten 500T yi de böyle bir cümle ile açıklamak doğru olurdu...

    İlerideki yazılarında 500T nin veliahtı sayılabilecek 129T ye de dikkat çekmeni isterim :D

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. 0 değil de, 500T önünde p0z veren gencaver size de birini hatırlatı mı acaba? :D

    YanıtlaSil

Bununla alakalı yazılar

Related Posts with Thumbnails